Güvenlik Konseyi'nin 22 Ekim 1973 günü ve 338 sayılı kararı kabul edilince planın ikinci aşaması başlatıldı. İsrail, planın sağlıklı yürüyebilmesi için daha önce söz konusu bile olamayacak "fedakarlıkları" göze almıştı.
"338 sayılı karar, tarafları ateşkese ve 242 sayılı kararları derhal uygulamaya davet etmekteydi. 242 sayılı karar, İsrail'in 1967'de işgal ettiği topraklardan çekilmesinden söz ettiği için, 338 sayılı kararın bu kısmı Araplara verilmiş bir tavizdi." (20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Fahir Armaoğlu, cilt 1, sf. 720)1974 ve 1975 yıllarında imzalanan ve İsrail'in Sina'dan çekilmesini düzenleyen "Ayırma Anlaşmaları" aynı zamanda ileride imzalanacak olan barış anlaşmasının da taslağı niteliğindeydi. İsrail'in ayırma planını onaylamaktaki amacı, Sina'dan çekileceğini ortaya koymak değildi, zaten bunu da önceden belli etmişti. Amaç Amerikan kamuoyuna, İsrail'i barışı isteyen taraf gibi gösterip, ABD Kongresi'nin yeni bir yardımı rahatlıkla yapabilmesini sağlamaktı. Kissinger sayesinde savaş için İsrail'i finanse eden de, savaşın bedelini ödeyen de Amerika olacaktı.
Sedat, Kissinger ile de çok yakın dostluk kurmuştu. |
1) Amerika, F-16 uçakları da dahil olmak üzere, İsrail'in bütün askeri ihtiyaçlarını karşılayacaktı.
2) 1975 Anlaşması ile İsrail, Mısır'a bırakılan Abu Rudeis ve Ras Sudar petrollerinden her yıl 4.5 milyon ton petrol satın alacaktı. Bu konuda bir aksama olursa, yani Mısır petrolü satma meselesinde bir anlaşmazlık çıkarırsa, Amerika İsrail'in petrolünü karşılamayı garanti ediyordu.
3) Mısır bu anlaşmalara uymayacak olur veya bu anlaşmaları herhangi bir şekilde ihlal ederse, Amerika, alınacak tedbirler konusunda İsrail'e danışacaktı.
4) Amerika, bundan sonra Mısır ile İsrail arasında yapılacak anlaşmanın 'Nihai Barış Anlaşması' olması hususunda mutabıktı.
5) Amerika Güvenlik Konseyi, bu anlaşmaya aykırı olarak sunulan her karar tasarısına aleyhte oy verecekti." (Bu madde sayesinde İsrail'e ters düşecek en ufak bir hareket bile önceden engellenmiş oluyordu.)
6) Amerika, İsrail'in aleyhine olan hiçbir teklife katılmayacaktı.
7) Amerika, İsrail'in varlığına, güvenlik ve egemenliğine yönelen her türlü tehdit halinde, İsrail hükümeti ile istişare halinde olacak ve İsrail'i her şekilde destekleyecekti."
(Kuruluşundan beri İsrail'i destekleyen Amerika, bu tavrını ilk kez resmi bir platformda açıkça ortaya koyuyordu.)
8) Amerika ve İsrail, bir kriz anında Amerika'nın yapacağı yardımları tespit etmek üzere, bu anlaşmanın imzasından itibaren iki ay içinde, bir anlaşma yapacaklardı.
9) Amerika'nın bu taahhütleri yerine getirmesi, ne Mısır'ın tutumuna ve ne de Araplarla İsrail arasındaki ilişkilerin şekline bağlı olmayacaktı.
Sedat, İsrail Meclisi Knesset'te, işgal yoluyla Arap toprakları üzerinde bir Yahudi Devleti kuran İsraillilere şöyle sesleniyordu: "Dünyanın bu bölgesinde bizimle beraber oturmak istiyorsunuz. Size samimiyetle söylüyorum ki aramıza hoş geldiniz." (The Other Walls-The Politics of The Arab- Israeli Peace Process, Harold Saunders, sf.153) |
Bu büyük tavizler nedeniyleABD, İsrail'in Ortadoğu'daki kalkanı durumuna geliyordu. ABD'nin ulusal çıkarlarına da ters olan bu politika, Yahudi lobilerinin etkisi ile belirlenmişti. ABD'nin bölgedeki askeri dengeleri koruyarak barışı teşvik eden bir politika izlemek yerine, alınan kararlarla tek yanlı bir strateji izlemeye karar vermesi, bölge barışını tehdit eden bir unsur olmuştur. Bu yanlış strateji, bölgedeki pek çok dengeyi sarsmıştır.
Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın 1977'de İsrail'i ziyaret etmesiyle başlayan süreç, 1978-79 yıllarında ABD'de süren barış görüşmeleriyle devam etti. Yıllarca süren görüşme zemininde problem teşkil eden ana konu, İsrail'in işgal altında tuttuğu Gazze ve Batı Şeria'dan çekilmesi olmuştu. Enver Sedat, İsrail'in çekilmesi için ısrar ediyordu.
Begin ve Sedat'ın arasında yapılan 13 günlük görüşmelerin 12 gününde bir sonuç alınamaması ve Başkan Carter'ın son yarım gündeki girişimleriyle Sedat'ın imza atması, anlaşmanın önceden hazırlanmış olduğu yolundaki şüpheleri artırdı.
"Başkan Carter, görüşmelerin onuncu gününde, yani 15 Eylül'de fazla bir uzlaşma elde edilememesi karşısında, 17 Eylül Pazar günü görüşmeleri kesmeye karar vermişti. Bundan dolayıdır ki Carter, Kasım ayındaki bir demecinde, Camp David Anlaşmaları'nı, o gün göründüğünden çok daha büyük bir 'mucize' olarak nitelendirmiştir. Nitekim, ilk 12,5 günün kendisi için büyük bir başarısızlık olduğunu, fakat son yarım günün çok büyük başarı olduğunu söylemiştir." (American Foreign Relations, 1978, sf.54)
Sedat'ın, Carter aracılığıyla giriştiği bu anlaşmadan Arap dünyasının lehine bir karar çıkarması zaten mümkün değildi. Çünkü Carter, İsrail yanlısı kararları ile tanınmaktaydı:
"...Carter, yönetimi boyunca, İsrail'in isteklerini yerine getirmekle uğraştı. 'İsrail'e vadettiklerimde hiç tereddüte düşmedim' demiş ve 'İsrail'e kendisini koruyacak askeri ve ekonomik yardımı sağlamalıyız. Yahudi kimliklerini koruyarak, gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı yeteri kadar güçlü olmalılar' diye eklemiştir. New York Times gazetesiyle yaptığı bir röportajda, 'İsrail'e sınırsız ekonomik ve askeri yardım yapmaya devam edeceğim' diyordu." (Middle East International, 25 Mayıs 1974)
Carter ve Begin, başlarında "kipa"larıyla Yahudi dininin kutsal Şabat yemeğindeler. |
"Enver Sedat 25 Aralık'ta yaptığı konuşmada, İsrail'in barışı hiçbir zaman arzu etmediğini ve Nil'den Fırat'a kadar yayılabilmek için bölgede karışıklığı sürdürmek istediğini söylüyordu." (Camp David Aftermath: Anatomy of Missed Oportunities, M. Rubner, sf.37)
Camp David Anlaşması İsrail'e büyük avantajlar getirdiğinden, Sedat'ın yakın çevresi tarafından da tepki ile karşılandı. Daha Camp David görüşmeleri sırasında Mısır Dış İşleri Bakanı İbrahim Kamil gelişmeleri protesto ederek istifa etmiş, yerine İsrail'e yakınlığı ile tanınan, "İsrail dostu" sıfatıyla "onurlandırılacak" olan Butros Gali getirilerek anlaşmanın imzalanması sağlanmıştı. İstifa eden bir diğer kişi ise Mısır'ın ABD büyük elçisi Eşref Global'di.
Camp David Anlaşması'nın maddeleri şöyleydi:
1) İsrail, Sina'dan çekilecek.
2) İsrail ve Mısır arasında normal ve dostça ilişkiler kurulacak.
3) İki ülke de birbirinin toprak bütünlüğünü ve barış içinde yaşama hakkını kabul edecek.
4) Sina'da tampon bölgeye BM Barış Gücü yerleştirilecek.
5) İsrail gemilerine Süveyş Kanalı'ndan serbest geçiş hakkı tanınacak.
6) Gazze ve Batı Şeria'daki Filistinlilere tam özerklik verilmesi için görüşmeler yapılacak.
7) Batı Şeria ve Gazze'de kendi kendini yöneten bir idarenin yapılması için seçimler yapılacak. İsrail bölgeden 5 yıl içinde çekilecek. (Cumhuriyet, 8 Eylül 1982)
Sedat, dönemin ABD Başkan Yardımcılığını da yapan ünlü Yahudi finansör Nelson Rockefeller ile birlikte. |
"Eski ABD Hükümet Sekreteri Kissinger, Abu Rudeis konusunda garanti verince, İsrail petrol ihtiyacını başka bir yerden sağlamak zorunda kalmadı." (Middle East International, 1982, sf.81)
Kissinger'in yönlendirmesi ile Sedat, Mısır petrolünü İsrail'e satmayı kabul etti. Böylece İsrail, her fırsatta Araplara karşı kullanmaktan çekinmediği tank ve uçaklarını, yine Arap petrolüyle hareket ettirecekti.
"Begin ile Enver Sedat'ın Hayfa'daki buluşmasında (4-6 Eylül 1979) varılan bir anlaşma ile, Mısır'ın piyasa fiyatı üzerinden İsrail'e her yıl 3 milyon ton ham petrol satması kararlaştırılmıştı. Belirtildiğine göre Alma petrol kuyularının yıllık üretimi de zaten bu kadardı." (Kessing's Contemporary Archives, sf. 29955)
Böylelikle İsrail petrol ihtiyacını sağlarken, aleyhine gözüken bu tek maddeden bile Kissinger-Sedat iş birliği sayesinde karla çıkıyordu.
İkinci maddeyle Sedat, İsrail'i Mısır'ın dostu olarak ilan ediyordu.
Beşinci maddeyle İsrail'in 1950'den beri devam eden bir problemi çözülüyordu. Bu madde ile İsrail, kendisi için son derece gerekli mühimmata kargo gemilerini Mısır'ın içinden geçirerek ulaşabilecekti. Aslında bu madde, 1888 İstanbul Anlaşması'nın getirdiği, kanaldan geçiş haklarının aynısını içeriyordu. İstanbul Anlaşması kargo gemileri ile beraber savaş gemilerine de geçiş hakkı veriyordu. Mısır'ın, Arap dünyasında fazla tepki görmemesi için, anlaşma metnine yazdırılmamış olmasına rağmen, İsrail savaş gemilerinin Süveyş Kanalı'ndan geçmesine izin verildi. Bununla Mısır, İsrail savaş gemilerinin kanaldan geçerek diğer Arap devletlerine saldırmasına imkan tanıdı.
Gazze ve Batı Şeria'daki Müslümanlara tam özerklik tanınması için görüşmeler önerilmesine rağmen, İsrail bu konuyu sürekli askıda bıraktı. Özerklik bir yana, bu bölgeyi Filistinliler için dev bir toplama kampı haline getirdi. Anlaşmayla İsrail'in, 5 yıl içinde bu topraklardan çekilmesi gerekirken aradan 30 yıldan uzun süre geçmesine karşın verdiği sözü tutmadı. Üstelik boşaltılacağı vadedilen, Filistinlilere ait bu topraklara, Sovyetler Birliği'nden getirilen Yahudileri yerleştirdi. 1992 yılına kadar gerekli yerleşim sağlandıktan sonra İsrail, bundan böyle yerleşimi durdurabileceğini söyledi. ABD yönetimi, İsrail'in bu "barışsever" tutumunu 10 milyar dolar vererek bir kez daha ödüllendirmeyi ihmal etmedi. Ancak İsrail, yerleşim birimlerinin inşaatını durduracağını, sadece alacağı yardımı dünya kamuoyuna makul göstermek için açıklamıştı. İsrail Başbakanı İzak Şamir, Yahudi Medya Kongresi'nde olayın gerçek yüzünü açıklıyordu:
"Yerleşme bölgeleri ayrı konu, kredi garantisi ayrı konudur. Lütfen karıştırmayalım! Tüm yanlış anlaşmalara son verelim! Yerleşim birimleri kurulmasına asla son verilmeyecektir. Bu böyle biline!" (Şalom, 5 Şubat 1992)
Sonuçta Camp David anlaşmasını, Ortadoğu'ya kısmen de olsa barış getirdiği için olumlu bir gelişme olarak görmek gerekir. 67 ve 73 savaşlarında akıtılan kanlar, Camp David ile durmuş ve İsrail ile Mısır arasındaki ihtilaf çözüme kavuşmuştur. Ancak Camp David sorunu çözmemiş, çünkü İsrail'in işgali bitmemiştir. Eğer İsrail Camp David'de sadece Sina Yarımadası'ndan değil, Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Golan Tepeleri'nden de çekilseydi, Ortadoğu'ya kalıcı bir barış getirmiş olurdu. Dolayısıyla Camp David, olumlu ama yetersiz bir barış adımıdır.
Camp David'in Ardından Mısır
Mısır'ın Arap Dünyası'ndan kopmasıyla bölge dört parçaya bölündü:
1) Verimli Hilal (Fertile Crescent) ya da Levant denilen Suriye, Filistin, Ürdün ve Irak'ı kapsayan bölge,
2) Arabistan Yarımadası ve Körfez,
3) Mağrip (Fas, Cezayir, Tunus ve bir ölçüde Libya),
4) Nil Vadisi (Mısır ve Sudan).
Sedat anlaşmadan sonra artan muhalefet karşısında halkını, Camp David nedeniyle aldığı ABD yardımını göstererek, ikna etmeye çalışıyordu.
Taraflar, Camp David anlaşmasını kutlarken |
Ancak alınan bu krediler, plansız ve programsız kullanıldı ve Mısır ekonomisi bundan yarar görmedi.
"Sedat'ın açık kapı politikası ülkenin çalkalanmasına neden oldu. Bu politika pek çok batı kaynaklı şeyi beraberinde getiriyordu. Tüketim malları, filmler, müzikler, diskotekler, videolar ve dünyaseverlik" (Frankfurter Allgemeine Zeitung, 14 Şubat 1983)
Bütün bunlar, çoğunluğu yoksul olan Mısır halkını sefaletten kurtaracak şeyler değildi. Yine de lüks bir hayata özendirilen fakir halk, zenginler gibi yaşamak için büyük bir çaba içine girdi, bu da bütün Mısır'da fuhuş, dejenerasyon ve israfın tırmanmasına neden oldu. Lüks tüketim mallarıyla Mısırlılara empoze edilen "dünyaseverlik", yönetimdeki büyük hataları halkın dikkatinden kaçırmak için kullanıldı. Fakat bu, tam başarıya ulaşamadı:
"Bütün bu uygulamalar, özellikle 1970'lerin sonlarına doğru Sedat yönetimine karşı ülke içinde çeşitli kitlesel muhalefet hareketlerinin güçlenmesine yol açmıştı." (Çağdaş Liderler Ansiklopedisi, sf.1489)
Oyalama politikası işe yaramayan Sedat, daha etkili yöntemler uygulamaya başladı:
"1979 yıllarının sonlarında gergin geçen bir toplantıda iktidar partisinin ileri gelenlerinden birisi ona: 'Çok geç kalmadan biz onları (Müslüman Kardeşleri) sert tedbirlerle ezmeliyiz' diye uyarıda bulunmuştu." (Eric Rouleau, Merip Reports, Şubat 1982)
"Sedat, 5000 kişiyi tutuklamış ve böylece gelişen kitlesel muhalefete karşı açıktan açığa bir baskı politikası öne çıkarmıştı." (Çağdaş Liderler Ansiklopedisi, sf.1489)
Enver Sedat, Ortadoğu'nun diğer liderlerinden pek rklı değildi. Sedat hükümeti boyunca ülkede yaşanan sıkıntıların en büyüğü ise, yokluk ve fakirlikti. |
"Enver Sedat'ın Mısır'da giriştiği temizlik hareketinin batı dünyasında neden olduğu yankılar sürüyor. İngiltere'de yayınlanan The Observer gazetesi, Sedat'ın Batı'da genellikle barışçı, yumuşak, ağzında piposu ile babacan ve demokratik bir lider olarak tanındığını, oysa Mısır önderinin ülkesini son derece sert ve otoriter bir şekilde bir Firavun gibi yönettiğini belirtiyor. Sedat'ın Avrupa standartlarına göre hiçbir zaman demokratik olmadığını belirten The Observer, Mısır liderinin son giriştiği temizlik hareketinin de dış politika etkenlerine ve Sedat'ın, İsrail Başbakanı Begin'e içerde duruma hakim olduğunu kanıtlama isteğine bağlıyor." (Cumhuriyet, 17 Eylül 1981)
Mısır halkı her fırsatta memnuniyetsizliğini dile getirdi.
Sedat'ın ölümüyle yerine geçen Hüsnü Mübarek de, Sedat'ın baskıcı politikasını sürdürdü. Sedat döneminde olduğu gibi Hüsnü Mübarek zamanında da Mısır hızla yoksullaşmaya devam etti:
"ABD bugüne kadar Mısır'a yardım ve borç adı altında yaklaşık 3 milyar dolar akıttı. Bu açıdan Mısır İsrail'den sonra ikinci gelmektedir. Bu, Mübarek hükümetinin yönetiminin önemini ortaya koyuyor.
Bununla beraber, Mısır'daki yaşam standartı da hızla düşüyor." (Siyonizmin Gizli Tarihi, Ralph Schoenman, sf.109)
İsrail'de 1992 seçimleriyle iktidar Şamir'den Rabin'e geçti. Bu değişiklikle dünya kamuoyuna İsrail'in barışa eskisinden çok daha yakın olduğu, Ortadoğu'da sorunların daha rahat çözülebileceği imajı oluşturuldu. Oysa İsrail'de, siyasi görüşü ister sağda isterse solda olsun bütün partiler, İsrail'in doğal sınırları olarak kabul ettikleri 'Kutsal Topraklar' için çalışmaktadır. Barışa en yakın kişi olarak reklamı yapılan Rabin'in ilk icraatı, Müslümanları, Şamir'in 'İsrail'i Filistinlilerden arındırma' pogramına paralel olarak Filistin'den sürgün etmek olmadı mı?
"Bütün İsrail yöneticileri, ister sağcı ister solcu tanınsın, ister İşçi Partisi üyesi, ister 'Likud' mensubu olsun, ister ordu sözcüsü, ister din adamları temsilcisi sayılsın hepsi birlik halinde Tevrat'a eğilmişlerdir. Filistin üzerinde herhangi bir 'toprak kalıntısı' üzerinde, hak iddia etmek için en ufak bir 'kanıt' dahi dikkatlerinden kaçamaz durumdadır. Sanki herşey imzalanan hibe senedine bağlıdır. En ufak bir işaret toprakların yerli sahiplerini dışarı atarak oraya yerleşmek için yeterli neden sayılmaktadır." (Siyonizm Dosyası, Roger Garaudy, sf.93)
Dikkat edilirse İsrail, tüm Arap ülkeleri ile uluslararası kuruluşların denetiminde yapılacak bir barışa hep karşı olmuştur. Genelde
"1963 yılında ABD ile İsrail arasındaki ayrılma noktası, Amerika'nın Filistinli göçmenler sorununu ele alan BM Asamblesi'nde temsilci olmasıydı. İsrail her Arap ülkesiyle, BM'in karışması olmadan, tek tek anlaşmayı tercih etmekteydi. Çünkü; ancak İsrail doğrudan uzlaşma görüşmelerinde güç kullanabilirdi, karşısındaki Arap ülkesi kullanamazdı." (Taking Sides: America's Secret Relations with a Militant Israel, Stephen Green, sf.185)
İsrail bugün 'doğrudan anlaşma' konusunda başarı sağlamış durumda. Bu şekilde Mısır'la işini bitiren İsrail'in şimdiki hedefi Suriye'yle masaya oturmak.İsrail için 'Kutsal Topraklar'a' giden yol, anlaşmalardan sonra gerçekleşecek yeni bir senaryodan geçiyor. Bu senaryo ise bol figüranlı bir belgesel...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder