14 Mart 2010 Pazar

KOMÜNİZM VE SOVYETLER


Seksenli yılların sonuna dek iki kutuplu bir dünyada yaşıyorduk. İki birbirine zıt ideoloji dünya üzerinde "soğuk" bir savaşı sürdürüyor, kimi zaman söz konusu savaşın ısısı Üçüncü Dünya'nın uzak köşelerinde yükseliyor, silahlar konuşuyordu. Ama ne olduysa oldu, 1990'lara ayak basarken birden bire "komünist" kanat çöküverdi. Yıllardır "dünyayı tehdit eden" ideolojik ve askeri gücünün nasıl böyle aniden eriyebildiği ise akıllarda bir soru olarak kaldı.

Komünist Parti'nin ünlü propaganda afişlerinden biri.
Bu soru halen merak uyandırmaktadır. 10 yıl önce hemen herkes tarafından neredeyse "hiç sona ermeyeceği" düşünülen Soğuk Savaş nasıl böyle birden bitiverdi? Sovyetler'in kağıttan kaplan olduğu yıkıldıktan sonra anlaşıldı, peki o zaman on yıllardır bu "iki kutuplu dünya" nasıl varlığını sürdürebilmişti? Bu sorunun cevabı belki de "dünyanın resmi tarihi"nin biraz incelenmesiyle daha iyi anlaşılabilir.


Kitabın diğer bölümlerinde Ortadoğu'nun, faşizmin ve diğer pek çok önemli konunun göründüğünden daha farklı olabildiğine tanıklık ettik. Acaba aynı şey komünizm ve Soğuk Savaş için de söz konusu mu? Yıllardır tüm dünyayı tedirgin eden Soğuk Savaş, acaba göründüğünden farklı bazı ilginç hesapları içeriyor muydu?


Bunun için önce şu soruya cevap vermek gerek: Soğuk Savaş taraflar için -özellikle Batı içinde yer alan belli gruplar açısından- gerçekten tehlikeli ve tedirgin edici miydi? Bu gruplar, iki kutuplu dünyadan ne kadar rahatsız oluyorlardı ya da oluyorlar mıydı? Bu soruya gazeteci yazar Mehmet Ali Birand'ın öne sürdüğü bir düşünceyle ışık tutalım:


"Batı, Sovyetler Birliği'nin dağılışından bu yana kendine yeni bir düşman arıyor. Komünizm son derece yararlıydı. Tek başına, değişik ideoloji, değişik din veya renkteki insanı kolaylıkla birleştirebiliyordu. "Komünizm geliverir" dendi mi, herkes anlaşmazlıklarını içine atar ve ortak bir hedefe doğru birleşirlerdi. Şimdi komünizm tehlikesi bitince adeta düşmansız kalındı. Yeni bir düşman, yeni bir cepheleşme aranır oldu." (Mehmet Ali Birand, Sabah, 13 Mart 1993)


Evet, komünizmin varlığı Batı için -özellikle bundan menfaat sağlayan bazı gruplar için- öyle büyük bir tehlike değildi. Tam tersine büyük bir avantajdı. Doğu ve Batı arasında gerçekleştirilen silahsız savaşın ne uğruna yapıldığının düşünülmesi, bu avantajın ne yönde olduğunu bize açıklayacaktır. Sözde ABD ve Sovyetler iki zıt ideolojinin savaşını veriyordu. Birisi "özgürlük ve demokrasi" diğeri "proleterlerin ve ezilenlerin hakları"nı savunur görünüyordu. Ama "icraat"a bakıldığında -çoğu insan için- bu idealist sloganların hiç de önemli olmadığı anlaşılıyordu.
Sovyetler, Doğu Bloku ülkelerini ya da Afganistan'ı proleterleri korumak için mi işgal etmişti? 60 milyon "rejim aleyhtarı"nı, "halk rejimi sosyalizm" için mi öldürmüştü? Liderleri hiç de Marxist teoride söylendiği gibi, devleti feshedip yönetimi halka bırakmaya niyetli değildiler. Diktatörlük, proleteryanın değil, komünist partili yönetici elitlerin diktatörlüğüydü. Türk solunun ünlü isimlerinden M. Ali Aybar, "Leninist Parti, Burjuva Modelinde Bir Örgüttür" adlı kitabında, Sovyet sisteminin, hiç de "işçi sınıfı"nı iktidara getirmediğini, tam tersine "burjuva" benzeri bir tür yönetici elit kadrosunun despot rejimi haline geldiğini ayrıntılarıyla anlatır.


Bu sorulara kolayca "hayır" cevabı verebiliriz. Bu durumda karşılaştığımız gerçek, on yıllar boyu sürdürülmüş olan Soğuk Savaş'ın, ideolojik temellere ve "idealist" yaklaşımlara dayanmadığıdır. Bu ideolojik karşıtlık, iki ülkenin halkları için ya da diğer ülkelerin ateşli Amerikan ya da Sovyet taraftarlarının bir kısmı için geçerli olabilir, ama süper güçlerin lider kadrolarında yer alan bir kısım insanlar için söz konusu değildir. Söz konusu Amerikan ya da Sovyet yönetici elitlerin hesapları, ideoloji üzerine değil, "çıkar" üzerine olmuştur.


Bu sihirli kelimeyi "çıkar"ı inceleyelim. Yine bir soru soralım. "Çıkar" kimin çıkarıdır? Şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki, bu "çıkar" kesinlikle sokaktaki adamın çıkarı olamaz. Vietnam Savaşı'nın ya da Afganistan'ın işgalinin ABD ve Sovyet toplumları için, oğullarını kaybetmek ya da en azından ekonomik sıkıntı içine düşmekten başka hiçbir sonucu olamazdı. Vietnam Savaşı, örneğin, ABD'li silah tüccarlarının çıkarlarına uygundu. Her iki kutupta da yönetici elit içinde yer alan bazı çevreler, ellerindeki propaganda araçlarını da kullanarak -Sovyetler'de resmen ve tümüyle ABD'de ise örtülü bir biçimde ve büyük ölçüde bu propaganda araçları yönetici elitin güdümündeydi- çıkarları doğrultusunda uyguladıkları eylemleri süslü ideolojik sloganlarla destekler ve meşrulaştırırlardı. Söz konusu insanlar, yalnızca "yolcu" politikacıları değil, hatta onlardan daha çok, çeşitli örgütlenmeler ve güç merkezleri sayesinde "hancı" haline gelebilmiş kişileri içeriyordu. Bu sisteme karşı çıkan Başkan Kennedy'nin uğradığı son bu yönden düşündürücüdür.


Bu noktadan biraz daha ileri giderek, her iki blokun da yönetici elitlerinin -ideolojileri ciddiye almadıkları gerçeğini de göz önünde bulundurarak- bir anlamda bir anlaşma içinde bulunduklarını düşünelim. Her iki blokun da politik dengeler ne kadar gerginleşirse gerginleşsin, herşeye rağmen 'detant'ın (yumuşamanın) zedelenmeyeceği'ni özellikle belirtmeleri dikkat çekiyordu. Çünkü detant, politik yumuşamanın değil, ekonomik yumuşamanın adıydı. Bu da "çıkar" anlamına geliyordu. Kimi Batılı şirketlerin -her iki tarafında yönetici elitleri için karlı olan- Rusya'daki yatırımlarının zarar görmemesine özellikle dikkat ediliyordu. Sanki iki taraf arasında yazılı olmayan fakat "fiili durumla" kendini belli eden bir anlaşma vardı.


Sonuçta her iki tarafın yönetici elitlerinin "çıkar" gibi ortak bir hedef peşinde iken, "çıkar"larının örtüşmesi ve bunun sonucunda görünmeyen bir ittifak uyguladıkları gibi bir düşünce öne sürebilir. Bu haliyle, yalnızca mantıksal bir varsayım olan bu düşünce ilerleyen satırlarda ele alınacaktır.


İki blokun yönetici elitleri arasında bir çeşit ittifak olduğu düşüncesi, acaba realiteye uygun mu? Bu soruya çoğu kimse ilk başta olumsuz cevap verebilir. Dünyanın "resmi tarihi", dünyanın yönetimini paylaşanlar tarafından yazılır ve telkin edilir. Bu nedenle, Sovyetler ve ABD'nin, hatta daha ileri gidersek kapitalizm ve sosyalizmin arasında bir çeşit "ittifak" olabileceği düşüncesi, genel kabul gören doğrulara çok terstir. Bu bölümde, söz konusu "telkin edilmiş kabul"lerin dışına çıkarak bu konuyu incelemeyeceğiz.


Elbette böyle bir ittifakın olabilmesi için, kapitalist ve sosyalist liderlerin -tabii hepsini kastetmiyoruz- arasında görünmeyen bir bağ olması gerekiyor. Gizli ve dışa kapalı, yalnızca kendi üyeleri arasında tam mahiyeti bilinen bir örgütlenme bunu sağlayabilir. Bu örgüt masonluktan başkası değildir.,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder