16 Mart 2010 Salı

Tevrat'ı Tahrif Eden Ruhban Sınıf


Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için: 'Bu Allah katındandır' diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına. (Bakara Suresi, 79)

Hz. Musa'nın önderliğindeyken bile Allah'ın hükümlerine uymayan, kendi hedef ve çıkarlarına göre yaşayan bazı Yahudiler, Hz. Musa öldükten sonra Tevrat'ı değiştirdiler. Tevrat'ın belki de değişmeden kalmış bir bölümünde (en doğrusunu Allah bilir), Yahudilerin yaptıkları Hz. Musa'nın ağzından şöyle anlatılıyor:
Zira biliyorum ki ölümümden sonra büsbütün bozulacaksınız, ve size emrettiğim yoldan sapacaksınız; ve son günlerde sizi kötülük karşılayacak; çünkü ellerinizin işi ile Rabbi öfkelendirmek için onun gözünde kötü olanı yapacaksınız. (Tesniye Bölümü, 31/29)
Hemen belirtmek gerekir ki, kitabın bu ve bundan sonraki bölümlerinde dikkat çektiğimiz söz konusu hahamlar sınıfı, samimi olarak Allah'a iman eden ve insanları doğruya davet eden dürüst dindarlar değildir. Bu kimseler Hz. Musa'nın tebliğ ettiği hak dini kabullenememiş ve bu nedenle dejenere etmeye yeltenmiş samimiyetsiz ve menfaatperest kimselerdir. Bunun yanında kuşkusuz samimi şekilde Allah'a inanan ve O'na kulluk etmeye çalışan pek çok haham ve diğer din adamları da tarih boyunca Yahudilik içinde var olmuştur. Ancak Kuran'da verilen bilgiler, bu din adamları arasında kibirli, menfaatperest birtakım kimseler olduğunu göstermektedir ve bunlar Yahudi dinini dejenere etmeye çalışmışlardır.





Kuran'da bildirilen bu gerçek, İncil'deki bazı anlatımlarla da uyum içindedir. İncil'de Hz. İsa'nın ikiyüzlü Yahudi din adamlarına karşı halkı uyardığından sıkça söz edilir. Bu konudaki bir uyarı şöyledir:
"Yazıcılar ve Ferisiler (İncil'de Yahudilere ve hahamlara verilen isim) Musa'nın kürsüsünde otururlar; bundan sonra size söyledikleri bütün şeyleri yapın ve tutun; fakat onların işlerine göre yapmayın; çünkü söylerler ve yapmazlar. Onlar bütün işlerini insanlara görünmek için yaparlar. Çünkü onlar hamaillerini genişletip, esvaplarının saçaklarını büyük yaparlar; ziyafetlerde üst yeri, ve havralarda baş yerleri.. Ve insanlar tarafından rabbi diye çağrılmayı severler. (Matta Bölümü, 23/2-7)
İsrail, günümüzde dahi, Siyonist ideolojinin etkisi altında kalan bazı hahamların telkinleri doğrultusunda yönetilmektedir. Öte yandan İsrailli hahamlar içinde de Siyonist ideolojiye şiddetle karşı çıkan, Siyonizmin neden olduğu vahşeti her fırsatta kınayan, tüm İsrail halkını hoşgörüye, barışa ve uzlaşmaya davet eden pek çok samimi insan da bulunmaktadır.
Ne var ki İsrail'de Siyonizmi benimseyen hahamların sayısı çoğunluktadır ve Muharref Tevrat'ın uygulanmasından da, yine bu hahamlar sorumludur. Bugün İsrail Parlamentosu olan ve "ibadethane" anlamına gelen Knesset'te kararlar genellikle bu hahamlara danışılarak verilir.
Aslında "Kahinler" olarak anılan hahamlar, Yahudi topluluklarına Tevrat'tan önce de hakim olan bir sınıftı. Batı Sami ırkından gelen Yahudiler, diğer Batı Sami topluluklarıyla ortak bir dine mensuplardı. Hahamların söz konusu bu etkileri diğer birtakım batıl inançlarda olduğu gibi, Yahudiliğe atalarının dininden gelen bir gelenektir. "Musa ve Yahudilik" adlı kitabında Hayrullah Örs, "İsrailoğulları'nın dinlerini anlamak için onların daha önceki inançları hakkında biraz bilgi verilmesi lazımdır" diyerek bu eski batıl dinin birtakım özelliklerini anlatır. (sf.30)
Diğer bir bölümde ise, Hayrullah Örs, Kenan şehirlerindeki bu sapkın inançta yer alan Kralların kutsallığı ve Kralların kahin ünvanı taşımaları konusundan şöyle bahsediyor:
Kenan şehir devletlerinin çoğunda Kral kutsal bir varlıktı. Memleketin mutluluğu ve bereketi ona bağlıydı... İsrailoğulları, kutsal Krallık düşüncesini Kenanilerin örneğince sürdürmüşlerdir. Papaz sınıfının oldukça gelişmiş olduğu anlaşılmaktadır. Şunu da kaydedelim ki, Ugarit metinlerinde papazlara İbranice'deki gibi 'Kohen' ünvanı verilmektedir. (Musa ve Yahudilik, Hayrullah Örs, sf.27)
Kitab-ı Mukaddes'in ilk kısmını oluşturan Eski Ahit ya da Tevrat, toplam 39 kitaptan oluşur. Bunlardan ilk beş kitap olan Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye, Hz. Musa'ya verilen, ancak daha sonra hahamlar tarafından bozulmuş olan bölümlerdir. (En doğrusunu Allah bilir.) İçindeki tutarsızlık ve mantık bozuklukları (Örneğin, beşinci bölüm olan Tesniye'de, Hz. Musa'nın ölümü ve gömülüşünün anlatılıyor olması gibi), bu ilk beş kitabın da Hz. Musa'ya indirilen vahiylere değil, hahamların ifadelerine dayandığını göstermektedir.
"Rabbin sözüne göre Rabbin kulu Musa orada, Moab diyarında öldü. Ve Moab diyarına Beyt-Peor karşısındaki derede onu gömdü." (Tesniye Bölümü, 34/5-6)
Bundan sonraki 34 bölüm ise, asırlar boyunca Kitab-ı Mukaddes'e parça parça eklenmiştir. "Yahudi Tarihi" adlı kitabın yazarı olan H. Hirsch Graetz, Tevrat'ın değiştirilmesi ile ilgili olarak şunları söyler:
Tevrat'ın kanunlarına tam riayeti sağlamak üzere ileri gelen ailelerin temsilcilerinden başında Büyük Kohen'in (Başhaham) bulunduğu Yetmişler Meclisi'ni kurdular. Bu meclis, İsrail Devleti'nin yıkılışına kadar devam etti. Bunlar, kitabın en eski karakterli harflerini değiştirip zamanlarına uydurdular. Gençlerini yetiştirmek için dini okullar açtılar. Bu okullardaki öğretmenlere 'Soferim' (yazıcılar) denilirdi. Soferimin iki vazifesi vardı: Tevrat'ı açıklamak ve bunun cemiyet ve ferd tarafından tatbikini sağlamak. Soferimler, Tevrat'ın beş kitabından başka, nebilerin sözlerini de Kitab'a ek olarak yazdılar ki, isimlerini bu çalışmalardan almışlardır... Bu arada bazı müelliflere göre İsrailli olmayan yabancı asıllı bazı kitaplar da İsrailleştirilerek kitaba eklendi. (Tesniye Bölümü, sf.46)

Yahudilerin Passah bayramında sofradaki herkes tarafından okunması gereken metin ve bu metin için hazırlanmış özel bir kapak.
Prof. Dr. Hikmet Tanyu ise, "Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler" adlı kitabında, hahamların Tevrat'ı değiştirmeleriyle ilgili olarak şunları belirtiyor:
Hz. Musa, MÖ XIII. yüzyılda yaşamasına rağmen, yakın zamanlara kadar elde bulunan en eski İbrani el yazması nüsha MS VII. ve X. yüzyılda yazılmış bir kaynaktır. Tesniye (Tevrat'ın beşinci bölümü), MÖ 621 veya 622 yıllarında Kudüs'teki Süleyman Mabedi'nde kahinler tarafından bulunduğu belirtilerek Kral Yoşiya'ya sundukları bir kitap olup Musa'nın ölümünden, gömülmesinden ve onun için tutulan yastan bahseder. Hz. Musa zamanında bulunmayan birçok adetlere, davranışlara değinir. Önceki kitaplarda geçen bazı şeriat kanunlarını tekrarlar, insanların birbirlerine ve Tanrı'ya karşı nasıl davranmaları gerektiğini anlatır. (Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, Prof. Dr. Hikmet, sf.40)
Yahudiliğe göre Tevrat'ın beş kitabının kelime kelime Yehova tarafından bildirilmiş Tanrı kelamı olduğuna inanılmaktadır. Oysaki, Hz. Musa'nın yaşadığı tarih bile kesinlikle tespit edilmiş değildir. Tahminen XV. yüzyıldan başlayarak genellikle XIII. yüzyılda yaşadığı ve ortalama MÖ 1250 yıllarında İsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkardığı ileri sürülmektedir. Tanah'ın (39 kitabın hepsine birden verilen isim) tamamlanması ise MÖ (1200-100) yılları arasında ve bin yıldan fazla bir zamana uzamış ve muhtelif yazarlar tarafından telif, derleme, ve birleştirme işine teşebbüs edilmiştir. (Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, Prof. Dr. Hikmet, sf.47)
Türkiye'deki Musevi vatandaşlarımızın yayınladıkları Şalom gazetesinde ise, bu konuyla ilgili şu ifadelere yer verilmiştir:
Yıllardır araştırmacıların merak konusu olan 'Kutsal Kitabı kim yazdı?' sorusu uzun bir listenin çıkmasına neden olmuştur. Bu sayılan listeye aday olarak katılabilecek iki isim daha öne süren Amerikalı profesör Richard Friedman'ın bu konudaki kitabı önümüzdeki günlerde Londra ve New York'ta yayımlanacak. Friedman'a göre peygamberlerden Yeremiah ve havarisi Baruh Ben-Neriya Kutsal Kitabın ilk beş bölümünü kaleme almışlardı. İsrailli uzmanlar önerinin üzerinde düşünüyorlar. (Şalom, 13 Mayıs 1987)
Hayrullah Örs ise, "Musa ve Yahudilik" adlı kitabında Tevrat'ın tarih boyunca birçok değişikliğe uğradığını belirtir:
Eski Ahit, özellikle Tevrat (Musa'nın 5 kitabı, Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye), Yahudiler ve Hıristiyanlarca, yakın zamana kadar Tanrı'nın Hz.Musa'ya doğrudan doğruya yazdırdığı kitap olarak kabul edilmekte idi. Ama iki yüzyıldan beri yapılan incelemeler; bunların çok yeni diyebileceğimiz zamanlarda yazıldığını ve çeşitli maksatlarla tarih boyunca değişikliklere uğratıldığını ispatlamıştır. (Musa ve Yahudilik, Hayrullah Örs, sf. 34-35)
Görüldüğü gibi, Hz. Musa'ya gönderilen Tevrat, bazı hahamların elinde, Yahudilerin milli çıkar ve hedeflerine uygun olarak değiştirilmiş ve hak kitap olma niteliğini kaybetmiştir. Yapılan tahrifatlar neticesinde, Allah, ahiret, cennet ve cehennem inancında çeşitli sapkın açıklamaların yer aldığı bir kitap ortaya çıkmıştır. Bu tahrifatların en temel özelliklerinden birisi ise, Yahudi halkının batıl gelenekleri doğrultusunda belli kesimlere menfaat ve üstünlük sağlayacak birtakım açıklamalardır. Bu açıklamalar bir kısım Yahudilerin geleneksel üstün ırk ve dünya hakimiyeti konularındaki ihtiraslarını pekiştirmiş, yaptıkları katliamlara, haksızlıklara ve ahlak dışı tavırlara meşru bir zemin hazırlamıştır. Böylece Muharref Tevrat'ın bazı kısımları, hak dini anlatan bir kitap olmaktan çıkarak, bazı Yahudi hahamların ideolojilerini yansıtan bir kitap haline gelmiştir. Şalom gazetesinde de bu batıl inanışlar şöyle belirtiliyor:
Tanrı'ya inanmak Yahudiliğin temel başlangıç noktası değildir. Resul Jeremiah bile İsrail'in başkaldırısını, Tanrı'nın ağzından şöyle anlatır: 'Beni terk ettiler ve kanunlarımı uygulamadılar'. Eski hahamların bu sözü yorumlama şekli ise 'İnançlarından vazgeçsinler ama kanunları uygulasınlar' olmuştur. (Şalom, 8 Mart 1989)
Kuran'da ise dini kendi çıkarları için kullanarak yalanlayanlar için Allah şöyle buyurmaktadır:
Kitabı kendi elleriyle yazıp sonra onu az bir değerle değiştirmek için: 'Bu Allah katındandır' diyenlerin vay haline! Ellerinin yazdığından dolayı vay hallerine! Kazandıkları günahlarından dolayı vay hallerine! (Bakara Suresi, 79)
Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu yüklenmemiş olanların durumu koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalan saymakta olan kavmin durumu ne kadar kötüdür. Allah, zalim olan bir kavmi hidayete erdirmez. (Cuma Suresi, 5)

Yahudilerin Filistin'e Girişleri


Tarihi bilgilere göre, Hz. Musa'nın ölümünden sonra, Yahudiler bir süre daha Sina Çölü'nde dolaşarak, Kadeş-Barnea'ya ulaştılar. Kadeş-Barnea, çöldeki yolculuklarının son yeri olmakla beraber, Filistin'e girmelerinin başlangıç noktasıdır. Böylece Yahudiler, Tevrat'ın kendilerine vadettiği topraklara yakınlaşmış oluyorlardı.
Yahudi tarihini anlatan ünlü Judaica Ansiklopedisi'nde ve diğer bazı kaynaklarda, Filistin'in Yahudiler tarafından işgal edilmesinin çok uzun yıllar sürdüğü ve bu sırada şehirlerin yakılıp yıkıldığı belirtilmektedir:
Birçok araştırmaya göre Kenan diyarının fethi MÖ XIV. yüzyıldan başlayarak XII. yüzyıla kadar sürmüştür. Filistin'deki arkeolojik bulgular ve araştırmalar Beth-El, Tell Beit Mirsim, Beth-Shemesh, Eglon, Hazar gibi birçok şehrin MÖ XIII. yüzyıl ile MÖ XII. yüzyıl başlarında tahrip edildiğini göstermektedir. Bu bulgular kısa sürede meydana gelen bir fetih olmadığını, küçük gruplar halinde yavaş yavaş meydana geldiğini göstermektedir. (Encyclopedia Judaica, cilt.8, sf.578)
Yahudiler Filistin'e girerken birçok şehri yakıp yıkmışlar ve orada yaşayan halkı katletmişlerdir. Tevrat'ta bu, sanki Allah'ın emriymiş gibi gösterilir, oysa gerçekte bunun uygulanan vahşete mazeret bulmak için böyle gösterildiği anlaşılmaktadır. Yahudi yazar Chaim Potok "Wanderings" (Gezginler) adlı kitabında Yahudilerin istila sırasında yaptıklarını şöyle anlatıyor:
...Yahudiler Jericho kentine girdiklerinde halk kılıçtan geçirildi. Şehir yakıldı... Ai şehrini tahrip ettiler. Oranın halkını köleleştirdiler, yağmaladılar, şehri yerle bir ederek yaktılar ve Krallarını kazığa geçirerek öldürdüler. (sf.117)
Prof. Dr. Mim Kemal Öke ise, bu tarihi bilgileri şöyle aktarır:
MÖ 1200 yılı dolaylarında Musa Peygamber önderliğindeki İbranilerin, Mısır'dan kaçtıkları, Sina Yarımadası'nı geçerek Ölüdeniz dolaylarına yerleştikleri ve (Hz. Musa'nın ölümünden sonra) Kenan Devleti'ni istila edip, halka zulüm ve baskı yaptıkları, bu tarihi olayların Tevrat'ta da yer aldığı belirtiliyor. (Tarihten Günümüze Filistin Sorunu ve Türkler, Doç. Dr. Mim Kemal Öke)
Hayrullah Örs ise Yahudilerin Filistin'e yerleşmelerini şöyle anlatır:
Yahudiler zaptettikleri şehirlerdeki evlere yerleşmeyerek, kendilerine kulübeler yaptılar. Bu ilkel evlerin kalıntıları kazılarla meydana çıkarılmıştır. Bunların bir kül tabakası üzerine kurulmuş olması, yerleşmeden önce İsrailoğulları'nın buraları ne hale koyduklarını anlatmaktadır. (Musa ve Yahudiler, Hayrullah Örs, sf.187)
Bu dönemde Yahudiler Filistin'in tamamını ele geçiremediler:
Ancak Yahudilerin başarısı yine de sınırlı kalmıştır. Nüfusun yoğun olduğu yerler, haberleşme yollarının etrafındaki bölgeler ve kıyı boyu gibi can alıcı yerler Mısırlılar tarafından çok iyi korunduğundan, Yahudiler ancak dağlık güney bölgeye yerleştiler. (Encyclopedia Judaica, cilt.8, sf.581)
Yahudiler Filistin'in değişik bölgelerine dağınık olarak yerleştikten sonra uzun yıllar bir taraftan Kenanilerle savaşırlarken diğer taraftan da kendi aralarında çıkan isyan ve kavgalara tanık oldular.
MÖ XI ve XII. yüzyıllarda Yahudilerin "Hakimler Devri" olarak anılan dönemi başladı. Dağınık bir şekilde yaşayan Yahudiler, tek bir lider arayışı içine girdiler. Bu yeni lider Tevrat'ta "Hakim" olarak adlandırılmaktadır. Yahudilerin tam anlamıyla bir birlik oluşturarak krallık kurmaları ise Hz. Davud zamanında olmuştur.


Hz. Davud ve Hz.Süleyman

Hz. Süleyman ve Hz. Davud Yahudilerin büyük kısmı tarafından birer peygamber olarak değil, yalnızca birer Kral olarak kabul edilirler. Bu nedenle de, Yahudilerin bu mübarek insanları zaman zaman yanlış değerlendirmeleri, bu kişiler hakkında hiçbir gerçekliği olmayan kanaatlere kapılmaları söz konusudur. Tarihi kaynaklara göre MÖ 1012 ve 975 tarihleri arasında İsrailoğulları'nın başında bulunan Hz. Davud, kuzey ve güneyde dağınık olarak bulunan Yahudi boylarını birleştirerek, Kudüs'ü Jebusiteler'den alıp başkent yaptı. Hz. Davud'un peygamberliği sırasında İsrailoğulları zenginleşerek, refaha kavuştular. Ancak bir kısım Yahudiler, tıpkı Hz. Musa döneminde olduğu gibi, bu refah ortamına rağmen sık sık ayaklanarak Hz. Davud'a karşı isyan etmekten geri kalmadılar.

İsrail'de bulunan Hz. Süleyman Tapınağının maketi
Hz. Davud'tan sonra tarihi kaynaklara göre MÖ 971'de Hz. Süleyman Kral oldu. Hz. Süleyman ve Hz. Davud'un devrinde ekonomik ve siyasi yönden oldukça önemli gelişmeler yaşandı. Ünlü Süleyman Mabedi, bu dönemde Hz. Süleyman tarafından inşa edildi. Hz. Süleyman'ın hükümdarlığının yaşandığı bu devir, tarihteki en ihtişamlı ve en zengin dönemlerden biri olarak bilinmektedir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hz. Süleyman, İstanbul 2002)
Bu refah ve zenginliğe rağmen pek çok ayaklanma ve isyan yaşandı. Genelde tahtı ele geçirebilmek için çıkarılan bu isyanlardan bazıları tarihi kaynaklarda Şeba, Abşalom ve Jerobeam ayaklanmaları olarak anlatılır.
Kuşkusuz bu isyanların temelinde hak dini kabul etmek istemeyen ve geleneksel batıl inançlarına bağlı kalmakta direnen birtakım din adamlarının payı büyüktü. Bu kişiler, kendi uydurdukları sahte dine uymayan peygamberleri sözde sapkınlık, dinsizlik, delilik ve büyücülükle suçluyorlar, peygamberler hakkında pek çok iftirada bulunuyorlardı.
Oysa Allah Kuran'da, Hz. Süleyman'a yöneltilen bu iftiraların doğru olmadığını tüm insanlara bildirmiştir:
Ve onlar, Süleyman'ın mülkü aleyhinde şeytanların uydurduklarına uydular. Süleyman ise küfretmedi; ancak şeytanlar küfretti... (Bakara Suresi, 102)

Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi hatırlayın ve ahdime bağlı kalın, ki ben de ahdinize bağlı kalayım. Ve yalnızca benden korkun. (Bakara Suresi, 40)
Yahudilerin Babil'e Yerleşmeleri

Hz. Süleyman'ın tahminen MÖ 930 yılında ölümünden sonra, Yahudiler arasında kavgalar ve ayaklanmalar başladı. İlk Yahudi Krallığı bu iç karışıklıklar nedeniyle "Yahuda" ve "İsrailiye" Krallığı olmak üzere ikiye ayrıldı.
MÖ 722'de Asur Kralı Sargon, İsrailiye Krallığını istila etti ve bu Krallıkta yaşayan 10 aileyi Samarya'dan Asur'a sürgün etti. Yahuda Krallığı ise, MÖ 586'da Babil Kralı Nebukadnezar tarafından yok edildi. Süleyman Mabedini ve Kudüs'ü yakan Nebukadnezar, Yahudilerin önde gelenlerini Babil'e sürdü.
Ne var ki Yahudilerin önde gelenleri (özellikle de hak dine uymamakta direnen kesimleri) bu durumdan hiçbir zarar görmediler, hatta karlı çıktılar. Nebukadnezar tarafından Babil'e götürülen bu zengin kesim, Babil'de çok daha büyük bir refahla karşılaştı.


Hak Dine ve Peygamberlere Karşı Gelen Yahudiler

Andolsun, Biz İsrailoğulları'ndan kesin söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Onlara ne zaman nefislerinin hoşuna gitmeyen bir şeyle bir peygamber geldiyse bir bölümünü yalanladılar, bir bölümünü de öldürdüler. (Maide Suresi, 70)
Her toplumda olduğu gibi Yahudi toplumu içinde de iman edenler ve Allah'tan korkan insanların yanı sıra, inkarda direnenler ve kötülükte ileri gidenler vardır. Allah Kuran'da Yahudi toplumu içinde inkarcılığı, isyanı ve kötülüğü alışkanlık haline getirmiş olan kişilere özel olarak dikkat çekmiş, bu kişilerin bozguncu karakterleri olduğunu bildirmiştir. Benzer bir durum Kuran'da Bedeviler için de bildirilmiştir. Bedevilerin içinde de Allah'tan için için korkan ve ahiret gününe samimiyetle iman eden kişiler olduğu gibi, Allah'ın koyduğu sınırları bilmemeye daha yatkın kişiler de bulunmaktadır. (Tevbe Suresi, 97-99)
Dolayısıyla, burada ele alınan tavır ve ahlak bozuklukları inkarı alışkanlık haline getirmiş olan Yahudilere hastır. Yoksa tüm Yahudi toplumunun tek tip bir ahlaka sahip olduğunu düşünmek ya da kişiler arasında hiçbir ayırım gözetmeden bütün toplumu itham etmek kuşkusuz mümkün değildir. Üstelik böyle bir yaklaşım son derece akıl dışıdır.
Yahudiler pek çok peygamberin tebliğine şahit olmuş bir topluluktur. Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. İlyas, Hz. Eyüb, Hz. İsa, Hz. Davud ve Hz. Süleyman bu peygamberlerden yalnızca birkaçıdır.
Yahudiler -bir kısmı hariç- peygamberleri inkar etmekle kalmayıp onlara ve etrafındakilere birçok eziyette bulundular. Söz konusu Yahudilerin inkar etmelerinin en önemli nedeni, atalarının sapkın inançlarını bırakmak ve gerçek dine yönelmek istememeleridir. Allah, Maide Suresi'nde bu Yahudilerin çıkarlarıyla çatıştığında peygamberleri öldürdüklerini şöyle bildirir:
Andolsun, Biz İsrailoğulları'ndan kesin söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Onlara ne zaman nefislerinin hoşuna gitmeyen bir şeyle bir peygamber geldiyse, bir bölümünü yalanladılar, bir bölümünü de öldürdüler. (Maide Suresi, 70)
Kendi sapkın inançlarına göre değiştirdikleri Tevrat'ın ardından, gerçek dini tebliğ eden Hz. İsa'nın ve Hz. Muhammed'in peygamberlik ile görevlendirilmeleri, bazı Yahudiler'in çıkarları ile çelişen ve kabul edemeyecekleri bir durumdu. Bunun için, özellikle Hıristiyanlığı ve İslamiyeti hedef alan söz konusu dejenere Yahudiler, Hz. İsa'yı ve Hz. Muhammed (sav)'i defalarca öldürmeye çalışarak bu iki hak dinin henüz yayılmadan yok olmasını istediler.

Yahudilerin Geleneksel Mesleği: Tefecilik


Bazı Yahudilerde hakim olan üstün ırk inancı bu kişilerin hemen her konudaki düşünce ve uygulamalarını yönlendirir. Muharref Tevrat'a ekledikleri açıklamalarla Yahudileri bütün dünyanın sahibi olduklarına ve diğer milletlerin dünyayı haksız yere elde ettiklerine inandıran Yahudi hahamlar, bu serveti nasıl geri alacaklarının yolunu da Muharref Tevrat'ta gösteriyorlar:
Fakat size dedim: Siz onların topraklarını miras alacaksınız, ve ben size onu, süt ve bal akan diyarı mülk olmak üzere vereceğim; ben sizi milletlerden ayırt eden Allah'ınız RABBİM. (Levililer Bölümü, 20/24)
O zaman Rab bütün bu milletleri önünüzden kovacak, ve sizden büyük ve kuvvetli milletlerin mülkünü alacaksınız. (Tesniye Bölümü, 11/23-24)



Bazı Yahudilerin paraya, mala ve mülke karşı olan olağanüstü düşkünlükleri oldukça ünlüdür. Aşağıda, 1892 yılına ait Fransa'daki Le Petit Journal isimli bir dergide yer alan resim, Yahudilerin paraya ve mala olan düşkünlüklerini sembolize ediyor. Yahudiler tıpkı Hz. Musa döneminde olduğu gibi, altından buzağıya tapıyorlar. Bu sefer modern banker ve işadamı kılığındalar, ama zihniyetleri değişmemiş.
"Gümüşü yağma edin, altını yağma edin; çünkü yığın yığın mallara, her çeşit değerli eşyanın zenginliğine son yok." (Nahum Bölümü, 2/9)
Bu kişilerin dünya üzerindeki tüm zenginliği ele geçirmek için uyguladıkları en önemli yöntem faiz oldu. Söz konusu hahamlar, Yahudilerin birbirlerine faizle borç vermelerini yasaklarken, Yahudi olmayanlara faiz karşılığı para vermelerini emrettiler. Muharref Tevrat'ta bu konuyla ilgili olan açıklamalar, tefeciliğin yüzyıllardır geleneksel meslek haline getirilmesinin ve tarih boyunca milletlere verilen ekonomik zararların, birer tesadüf olmadığını göstermektedir.
Yabancıya faizle ödünç verebilirsin; fakat kardeşine faizle ödünç vermeyeceksin, ta ki, mülk olarak almak üzere gitmekte olduğun diyarda elini atacağın herşeyde Allah'ın Rabb seni mukaddes kılsın. (Tesniye Bölümü, 23/20)
Bu taktik kimi Yahudiler tarafından çok büyük titizlikle uygulandı. Binlerce yıl önce ilk faiz sistemi ve tefecilik, bu emirler doğrultusunda Yahudiler tarafından kuruldu:
İlk tefecilik ve faiz Yahudiler tarafından ortaya çıkarılmıştır. Diğer dinlerde faizin yasak olması Yahudilere bu konuda çok geniş bir alan sağlamıştır. (Banks and Banking, sf.172)
Faizin, Yahudiler tarafından Tevrat'ın gösterdiği hedefler doğrultusunda uygulandığı pek çok Yahudi tarafından da açıkça kabul edilmektedir. Yahudiler tarafından hazırlanan Judaica Ansiklopedisi'nde konu şöyle açıklanmaktadır:
Borç para vermenin kısa süre içerisinde tipik bir Yahudi mesleği haline gelmesi Tevrat kaynaklıdır. (Encyclopedia Judaica, Moneylending, cilt 10, sf.32)
Yahudilerin tefecilikle ne derece özdeşleştikleri Yahudilere ait birçok tarihi kaynakta açıkça belirtilir:
Ortaçağ'da İtalya'daki, Yahudilerin bir çoğu tefecilik yapıyordu. (Pictorial History of Jewish People, Nathan Ausubel, sf.99)
Yahudiler tefecilikle o kadar özdeşleştiler ki, Ortaçağ'da ve daha sonraki dönemlerde, Yahudi ismi ve tefecilik beraber kullanılıyordu. Bir süre sonra ise Yahudi ve tefeci isimleri eş anlamlı olarak kulanılmaya başlandı. (Pictorial History of Jewish People, Nathan Ausubel, sf.116)
XII. yüzyıldan itibaren tefecilik Yahudi mesleği olarak giderek artan bir önem kazandı. (Encyclopedia Judaica, France, cilt 7, sf.9-12)
XII. ve XIII. yüzyıllarda tefecilik Alman Yahudilerinin en belirgin mesleği oldu. (Encyclopedia Judaica, Germany, cilt 7, sf.458-462)

Bir kısım Yahudiler, ellerinde biriken sermayeyi Avrupalı Hıristiyan halka ezici faiz yükü ile kredi olarak vermişlerdir. Resimde, Almanya'da 1531 yılında Yahudi bir tefeci ve kendisinden borç isteyen bir Hıristiyan tasviri görülüyor. Borç isteyen Hıristiyanın ifadesi şöyle: "Lütfen, bana yazılı bir anlaşma ya da rehine karşılığında para ver!" (Encyclopedia Judaica, cilt 4, sf.171)
Ortaçağ'da, Avrupa'da salgın hastalıklar, savaşlar ve kuraklık nedeniyle güçsüz duruma düşen halkın paraya ihtiyacı vardı. İhtiyaç içindeki halk, kilisenin bu konudaki yasağına rağmen Yahudilerden yüksek faiz karşılığı borç para almak zorunda kalıyordu. Bu durumu iyi değerlendiren Yahudiler kısa sürede büyük sermayelere sahip oldular:
X. yüzyılın kapanmasıyla ticaretle uğraşan Yahudiler, Hıristiyanların kilise kanunlarınca yasaklanmış olan borç verme ve kredi işlemlerinde uzmanlaştılar. Birkaç 10 yıl içinde neredeyse Hıristiyan Avrupa'daki tüm nüfusun hemen hemen hepsi Yahudilere borçlandılar. Ve Yahudiler tefecilik sonucu rehin aldıkları köy, kasaba hatta kiliselerin sahibi oldular. (The Universal Jewish Encyclopedia, Moneylending, cilt 7, sf.618-622)
Söz konusu tefeci Yahudiler faiz sistemi sayesinde bu denli zenginleşirken, kendilerini siyasi yönden sağlama almayı da ihmal etmediler. Uyguladıkları sömürüye halktan, kiliseden ya da asillerden gelecek herhangi bir tepkiye önlem olmak üzere bazı prens ve kralları kendilerine ortak yaptılar. Bu "iş birlikçileri" sayesinde kanunlara rağmen, rahatlıkla faiz sistemini işlettiler.
X. yüzyılda hükümet tarafından yasaklanmasına rağmen Yahudiler ortakları olan Prensler sayesinde tefecilik yapıyorlardı. (The Universal Jewish Encylopedia, Moneylending, cilt 7, s. 618-622)
Faiz ve tefecilik yoluyla büyük servet sahibi olan Yahudi bankerler, XVIII. ve XIX. yüzyılda bu servetlerini kullanarak, Avrupa ülkelerinde önemli bir güç elde ettiler. Bunun sonucu olarak Avrupa'nın en büyük devletleri, Yahudilerin Siyonist ideallerine büyük hizmette bulundular.


Tefecilik ve Antisemitizm

Tefecilik, Avrupa'da birçok önemli şehre gruplar halinde yerleşen bazı Yahudilerin yine temel aktivitesi haline geldi. Bu Yahudiler, kilisenin yasaklamasına rağmen faiz sistemiyle, insanları sömürmeye ve bu arada kendi zenginliklerini ve güçlerini artırmaya başladılar. Bu yolla sadece halkları değil kralları ve imparatorları da kendilerine bağımlı hale getiriyorlardı. Bu şekilde, Muharref Tevrat'a batıl geleneklere uyularak eklenen, milletlerin sömürülüp, güçsüz bırakılmalarıyla ilgili olan açıklamalar da uygulanmış oluyordu.
"Milletlerin zenginliği sana gelecek... Ve ecnebiler senin duvarlarını yapacaklar ve kralları sana hizmet edecekler...Ve milletlerin sütünü emeceksin..." (İşaya Bölümü, 60/11-12)
Tefecilik yoluyla oldukça yüklü sermayelerin sahibi olan Yahudiler ticarete de yöneldiler.
Bazı yöneticiler ise kilisenin istekleri sonucunda Yahudilerin tefecilik yapmalarını yasaklayarak onları ticarete teşvik ettiler. Bu teşviklerden yararlanan Yahudiler yine de tefecilikten vazgeçmediler ve gizli yollarla devam ettiler.
"I. Edward Yahudilerin tefecilik yapmalarını yasakladı. Bununla beraber ticaret yapmaya teşvik edildiler. Zenginler yün ve mısır ticareti yapmaya başladılar. Yine de bu, tefecilik için bir maske idi. Ve diğerleri de kanunla yasaklanmış olmasına rağmen tefeciliğe gizli olarak devam ettiler. Bu arada diğerleri de para kırarak büyük sermayeler kazandılar." (Encyclopedia Judaica, England, cilt 6, sf.751)
Bununla birlikte, Yahudiler sadece kendi mahkemelerinde yargılanabilmek gibi birçok imtiyazlar elde ettiler:
"1090'da IV. Henry, Speyer ve Worms Yahudilerine bazı haklar verdi. Ve arkasından gelen imparatorlar da onun bu hareketini devam ettirdiler. Bu haklar Yahudilerin sadece kendi soydaşları tarafından ve ancak kendi kanunlarına uygun olarak yargılanabileceklerini öngörüyordu. Yahudi cemaatlerinin kanunları Almanya'daki Yahudi cemaatleri tarafından kararlaştırılıyordu." (Encyclopedia Judaica, Germany, cilt 7, sf.458-462)
"Karolenj döneminde Yahudiler tamamıyla dini özgürlük yaşadılar. İstedikleri yerlerde yaşayıp, istediklere yere gidebilirlerdi. Yahudi cemaatleri kendi kendilerini yönetiyorlardı. Adalet sistemi kendi dini mahkemelerinde gerçekleşiyordu ve sinagog inşaa etmekte serbesttiler." (Pictorial History of Jewish People, Nathan Ausubel, sf. 114)
Kendilerine verilen bu imtiyazlara ve sağlanan rahat ortama rağmen bazı Yahudiler, tefecilik yoluyla bu milletleri ekonomik yönden kendilerine bağımlı hale getiriyorlardı. Bu, Hıristiyan halk arasında Yahudilere karşı güvensizlik ve tepki yarattı. Bu ve diğer bazı faktörler, Avrupa tarihinin yüz karalarından biri olan antisemitizmin doğmasına neden olmuştur. Bazı tefeci Yahudilerin maddi birikimi, Avrupa'nın Hıristiyan kitlelerinde Yahudilerin tümüne karşı fanatik bir nefretin gelişmesine sebebiyet vermiştir. Avrupa'nın karanlık yüzyılları boyunca Yahudi cemaatlerine karşı düzenlenen saldırılar (pogromlar) pek çok masum Yahudinin hayatına mal olmuş, Yahudileri toplumdan tecrit etmeye yönelik getto uygulamaları ise psikolojik bir baskı mekanizması olarak işlemiştir. İslam dünyasında ise hiçbir zaman antisemitizm görülmemiş, gerek Yahudiler gerekse Hıristiyanlar Allah'ın Kuran'da Müslümanlara emrettiği adalet ve hoşgörü prensiplerine uygun olarak, Müslüman yönetimler altında huzur bulmuşlardır.

"Dönen" Yahudiler...



Yahudilerin büyük kısmı Avrupa'da oldukça zengin ve imtiyazlı bir hayata sahiptiler.
Antisemitizmin güçlenmesi ile birlikte, Yahudiler Avrupa toplumlarından giderek daha fazla dışlanmaya başladılar. 1290'da İngiltere'den, XV. yüzyılın ilk yarısında Almanya'nın bazı şehirlerinden ve XVI. yüzyılda ise Fransa'dan sürüldüler. Buna rağmen, Yahudilerin bir kısmı yaşadıkları yerlerden ayırlmamayı başardılar. Birçok Yahudi dönme olarak, yani kendini Hıristiyan gibi göstererek, bu ülkelerin sınırları içinde kaldı. Buna en somut örnek Londra'da III. Henry tarafından 1234'te kurulan Domus Conversorum oldu. XVII. yüzyılda Yahudilerin İngiltere'ye tekrar resmi olarak kabul edilmelerine kadar faaliyetlerini sürdüren Domus Conversorum ile ilgili "History of Anti-Semitism" (Anti-Semitizm Tarihi) adlı kitapta şu bilgiler veriliyor:
"Yahudiler İngiltere'ye modern çağdan önce girmeyi başarabildiler mi? 1234'te dönmeler için kurulan Domus Conversorum, Almanya, İspanya ve hatta Fas'tan üye toplamaya devam etti. Ayrıca Londra'ya gizli yollarla giren Yahudiler de oluyordu." (The History of Antisemitism, Leon Poliakov, sf.203)
Aynı kitap Fransa'da gizlice kalan Yahudiler için şöyle diyor:
"1394'de Fransa'dan çıkarıldıktan sonra, Fransa'da kesinlikle Yahudi kalmadı mı? Bazı tarihçiler, özellikle Robert Anchel, Yahudilerin gizli olarak veya dönme olarak buradaki yaşantılarına devam ettikleri hipotezini ortaya koydu. 1650'de Parisli Yahudiler, yani Yahudiliği gizli olarak sürdürmekle suçlandılar. XV. yüzyılda ne oldukları belli olamamakla beraber XVII. yüzyılda iyi ve sadık Katolikler gibi görünüyorlardı." (The History of Antisemitism, Leon Poliakov, sf.173)
Menasseh Ben Israel
"Yahudiler Fransa'nın güneydoğusunu terk edip Hıristiyanlığa dönerek genel halk içinde eridikten sonra, güneybatı 'Gizli Yahudilerin' yani 'Dönmelerin' gelişine şahit oldu... Kendi İbrani dinlerini ve adetlerini korurken, dıştan Katolikliği uygulayarak, kendilerinin keşfedilmesinden kurtulmuş oluyorlardı." (Encyclopedia Judaica, France, cilt 7, sf.20)
Yahudilerin İngiltere'ye resmi olarak tekrar kabul edilmelerinde Domus Conversorum'dan daha etkin rolü XVII. yüzyılın ilk yarısında Menasseh Ben Israel oynadı. Amsterdam Başhahamı olan Menasseh Ben Israel, kayıp on İsrail Kabilesi ile ilgili olarak hazırladığı "Hope of Israel" (İsrail'in Umudu) adlı kitabında, Yahudiler dünyanın bir ucundan diğer bir ucuna yayılmadıkça Mesih'in geleceğine dair olan kehanetin gerçekleşmeyeceğini savundu. Böylece Hıristiyanlarla ortak olan Mesih inancını kullanarak, kendilerini İngiltere'ye kabul ettirmek için gerekli koşulları hazırladı. Judaica Ansiklopedisi'nde bu konu şöyle anlatılır:
"Menasseh Ben Israel'in Latince olan bu eseri basılır basılmaz İngilizce'ye çevrildi ve Oliver Cromwell'in dünyada tek Yahudi bulunmayan ülke İngiltere'ye Yahudileri geri çağırma çabasında destek olacak bir eser haline geldi. Mesih'in tekrar gelişine dair olan kehanetin gerçekleşmesi ancak Yahudilerin dünyanın dört bir köşesine yayılmaları ile gerçekleşebilecekti. Menasseh Ben Israel ve İngiliz din adamları arasında Yahudilerin İngiltere'ye dönmelerini kabul ettirecek bir atmosfer oluşturuldu." (Encyclopedia Judaica, cilt 15, sf.1006)
Menasseh Ben Israel, Oliver Cromwell'e Yahudilerin İngiltere'ye dönmelerini teklif ederken.
"Ve Rab sizi yerin bir ucundan yerin öbür ucuna kadar bütün milletler arasına dağıtacak..." (Tesniye Bölümü, 28/64)
Yahudilerin İngiltere'ye geri gelmelerinde İngiltere'de kalan Yahudi dönmelerinin de rolü büyük oldu.
"Sir Henry Finch, Roger Williams, Edward Nicholas ve John Sadler Yahudilerin İngiltere tarafından resmi olarak kabul edilmelerini sağlamak için hareket başlatanların başında geliyorlardı; bunu insanlığın bir ölçüsü olarak veya kendi dönmeliklerini güvence altına almak için yapıyorlardı." (Encyclopedia Judaica, England, cilt 6, sf.758)
XVI. ve XVII. yüzyıllarda, bazı Yahudiler içinde bulundukları milletlerin yönetiminde etkin olabilmek ve olayları kendi çıkarlarına göre yönlendirebilmek için, sahip oldukları maddi gücü kullandılar. Kralların, prenslerin finansörlüğünü yapan Yahudiler, "saray Yahudisi" adı verilen yeni bir Yahudi sınıfı oluşturdular.
Menasseh Ben Israel'in Oliver Cromwell'e 1656'da Yahudilerin İngiltere'ye dönmeleri ile ilgili olarak sunduğu dilekçe.
"Ortaçağ'da aracı görevi gören Saray Yahudileri (court Jew) ortaya çıktı. Bu kişiler imparatorların, kralların, prenslerin, papaların vazgeçilmez danışmanlarıydılar. Bazen de bu kişiler Hasdai Ibn Shaprut'un durumunda olduğu gibi saray doktoru da oluyorlardı. Bunların kralla olan kişisel yakınlıkları, Yahudilerle kral arasında direk bağlantı kurmalarını ve hatta Yahudilerin karşılaşabilecekleri herhangi bir zorluğu engellemelerini sağlıyordu. Almanya'da da saray Yahudisi olan birkaç kişi bulunmaktaydı. Bunlar birçok kraliyet birimini ve orduyu finanse ediyorlardı. Belki de en bilinen iki saray Yahudisi Jossl of Rosheim (1480-1554) ve Joseph (Jud) Suss Oppenheimer (1698-1738) idi.
Jossl of Rosheim bütün Avrupa'da etkisi bulunan yetenekli bir finansördü. Ne zaman Yahudi cemaati zor bir durumla karşılaşsa, hemen İmparator Charles IV veya kraliçe, prensler, piskoposlar ve Diet'lerle irtibata geçerdi. Joseph Suss Oppenheimer, Würtemberg Dükü'nün finansörüydü. Saraydaki bütün olaylara hakimdi." (Pictorial History of the Jewish People, Nathan Ausubel, sf.124)
"Krallığa ve prenslere ait olan her birimde bir saray Yahudisi bulunuyordu... 1673'te İmparator Leopold, bir Heidelberg Yahudisi olan Samuel Oppenheimer'ı saraya çağırttı ve ordularını hazırlama görevini verdi. 30 yıl boyunca, özellikle 1638'de Türklerin Viyana Kuşatması sırasında ve Fransa'ya karşı olan savaşlarda kendini bu işe verdi. Max von Baden, Avusturya ordusunun Oppenheimer olmasaydı yok olacağını yazdı. Prens Eugene onun hizmeti olmadan hareket etmeyi reddetti." (History of Anti-Semitism, Leons Poliakov, sf.229)
Bu Yahudi dönmeleri "Society For The Culture and Science of Judaism" (Yahudilik İlim ve Kültürü için Topluluk) adında bir grup kurdular. Böyle bir grup kurmaları, Hıristiyan görünmelerine rağmen Yahudilikten kesinlikle ayrılmadıklarını göstermiş oluyordu.
"Bu kuruluşun (Society for the Culture and Science of Judaism) kurucuları arasında I. L. Auerbach, E. Gans, H. Heine, I.M,Jost, M. Moser ve L. Zunz vardı, ki bunların çoğu dönme idiler." (Encyclopedia Judaica, Germany, cilt 7, sf.458-462)



Finans-kapital'den Güç Alan Siyonizm

XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Yahudiler maddi ve siyasal güçlerinin doruk noktasına ulaştılar. XIX. yüzyılda, bütün dünyada Yahudi finans imparatorlukları kuruldu. Rothschild, Goldsmith, Warburg, Lehmon ve Speyer Avrupa ekonomisini büyük çapta ele geçiren Yahudi hanedanlarının başında geliyorlardı.
Yahudiler, maddi imkanlarını kullanarak devlet kademelerinde önemli görevler aldılar. Bu şekilde, aynı dönemde gelişen Siyonizme önemli destek sağladılar. Mason localarını organize ederek Siyonizme kazandırdıkları krallar, devlet başkanları, başbakanlar ve parlamento üyeleri sayesinde İsrail'in kuruluşuna zemin hazırladılar. "Dünya hakimiyeti" için en güçlü devletleri kontrolleri altına almaları gerektiğinin bilincinde olan Siyonist Yahudiler ellerindeki imkanları bunun için kullandılar.
(Sağda) İngiltere'deki Yahudi hakimiyetinin sembolü: Yahudi Başbakan Benjamin Disraeli. (1804-1881) (Solda) Siyonist lider Theodor Herzl en büyük desteği Avrupa devletlerini yönlendiren Siyonist ve mason bankerlerle, devlet adamlarından aldı.
"Siyonizmin kuvvetlendiği 1840'lar ile İsrail Devleti'nin kurulduğu 1948 yılı arasında Avusturya'da 95, Fransa'da 75, Almanya'da 150, İngiltere'de 90, sömürgelerinde 78, İtalya'da 54, Polonya'da 156, ABD'de 50 civarında Yahudi, üst düzey devlet kademelerinde bakanlık, başbakanlık ve parlamento üyeliği yapmıştır." (Universal Jewish Encyclopedia, cilt 7, Public Office Jews in, sf.22-29)
Başlangıcından İsrail'in kuruluşuna dek Siyonizme en büyük desteği veren ülke İngiltere oldu. XIX. yüzyıl başlarında Siyonistler ülkede büyük bir etkiye sahiptiler. Özellikle İngiliz ekonomisinde ve parlamentoda büyük söz sahibiydiler. Bunun sonucu olarak İngiliz politikacıları 1840'lı yıllardan itibaren Filistin'de bir Yahudi devleti kurma planlarına ilgi göstermeye başladılar.
Bu dönemde Sefardi Yahudisi Benjamin Disraeli başbakanlığa seçildi. Ülkenin yönetimindeki etkilerinin gücüne güvenerek, İngiltere'nin isminin İsrail olarak değiştirilmesini parlamentoya teklif etti. Benjamin Disraeli ve Kraliçe Victoria'nın oğlu büyük mason üstadı Kral VII. Edward, Avam Kamarası'nın kapılarını Baron Lionel, Nathaniel de Rothschild, Sir Arthur Montague, Lionel Cohen, Sir Julian Goldschmit gibi büyük servet sahibi Yahudi bankerlere açtılar. Bunu takip eden dönemlerde birçok Yahudi belediye başkanlığı, savcılık, belediye meclis üyeliği gibi devlet kademelerinde görev aldılar.
"1871'de Yahudi Sir George Jessel başsavcı oldu ve birçok Yahudi hükümette görev aldılar. 1909'da Herbert Samuel (daha sonra Viscount oldu) Kabine Başkanı oldu. Sir David Salomons 1855'te Büyük Belediye Reisliği'ne getirilen ilk Yahudi oldu; ve bu görevi sonraki dönemlerde birçok Yahudi devam ettirdi.
İngiliz hükümeti tarafından desteklenen Sir Moses Montefiore, bütün Yahudilerin elçiliğini üstlendi. 1885'te Lord Rothschild'e asilzadelik ünvanı verildi." (Encyclopedia Judaica, England, cilt 6, sf.750-758)
Her ikisi de Yahudi olan Lord Isaac Reading Adalet Bakanlığı'na, Sir Herbert Samuel de Vadedilmiş Toprakları idare etmek ve orada bir Yahudi devleti kurmak için Filistin Yüksek Komiserliği'ne atandı. Bu dönemde İngiltere Başbakanlığı'nı mason Llyod George yürütüyordu. Kabinesinde 6 tane Yahudi başmüşavir olarak görev yapmaktaydı.
Bununla birlikte Siyonistler, kısa sürede İngiltere'de masonluğu yaygın hale getirdiler.
Birçok kral, prens, kont ve dük mason oldu. İngiliz devlet adamlarından mason olanlardan birkaçı şunlardır:
İngiltere Kralı IV. George, (Mimar Sinan Dergisi, sayı 22, sf.75)
Kral VIII. Edward, (Mimar Sinan Dergisi, sayı 22, sf.25)
Kral VII Edward, (Türk Mason Dergisi, yıl 1, sayı 1, sf.50)
İngiltere ve İrlanda İmparatoru Frederic De Galle. (Türk Mason Dergisi, yıl 1, sayı 1, sf.50)
1876'da Siyonistlerin liderliğini üstlenen George Elliot tarafından "Siyon Aşıkları" adı verilen ilk İngiliz Siyonist Teşkilatı kuruldu. Teşkilatın politikası zengin Yahudileri ve İngiliz politikacıları organize ederek "Siyon idealinin" gerçekleşmesini sağlamaktı.
Fransa'da ise Siyonistler çok sayıda olmamalarına rağmen, Fransız masonluğu sayesinde, hükümeti Siyonizme destek verecek şekilde yönlendirebildiler.
Fransa Büyük Sanhedrin'i Napoleon Bonaparte Başkanlığı'ndaki ilk toplantısında.Bu toplantıda Fransa'da yaşayan Yahudi cemaatine çeşitli imtiyazların verilmesi kararlaştırılmıştı.
Almanya'da da ünlü Siyonist lider Theodor Herzl, yüksek dereceli bir mason olan Alman İmparator II. Wilhelm ile temasa geçti. Bunun sonucunda Almanlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun Alman vatandaşlarına tanıdığı toprak satışı iznini Yahudilerin adına kullandılar. Diğer Avrupa devletlerinden gelen Yahudileri Alman vatandaşı yaparak Filistin'de toprak satın almalarını sağladılar. Bu şekilde Filistin'e çok sayıda Yahudi yerleştirilmiş oldu.
Siyonistler tefecilik ve faiz yoluyla elde ettikleri büyük serveti kullanarak bulundukları ülkelerdeki kralları, başbakanları ve üst düzey devlet adamlarını kontrolleri altına aldılar. Bu Tevrat'ta yer alan bir vaadin uygulamasıydı:
"Ve ecnebiler senin duvarlarını yapacaklar, ve kralları sana hizmet edecekler" (İşaya Bölümü, 60/10)

Kapitalizme Giden Yol: Protestanlık
Ortaçağ Katolik Kilisesi'nin faizi kesin olarak yasaklıyor olması, faiz sisteminin çok fazla yayılmasına engel oluyordu. XVI. yüzyılda Avrupa'da doğan yeni bir mezhep, bu konuda çok farklı bir yaklaşım getirdi. Bu mezhep, Protestanlıktı.
Tarihte Yahudi aleyhtarı gibi gösterilen Martin Luther tarafından kurulan Protestanlık, aksine gerek kaynağı, gerek kurucuları ve gerekse savunucuları açısından Yahudilerle oldukça yakından alakalıydı. Katolik Kilisesi'ne karşı başlatılan bu hareket kaynak olarak Tevrat'ı alıyordu:
"Hıristiyanlıktaki reform hareketleri, Yahudi edebiyatı ve felsefesinden oldukça etkilendi. Bu tip hareketlerle 'Yahudileşmeleri' nedeniyle düşman edindiler. Birçoğu Tevrat'la bağlantılıydı. Bu nedenle bu hareketler Tevrat'ın yeni tercümelerine önayak oldu." (The Universal Jewish Encyclopedia, Christianity, sf. 185)
"Değişikliğe yol açan esas hareket Tevrat'a, İbranice'ye ve Tevrat'la ilgili çalışmalara gösterdiği ilgi ile reform hareketi olmuştur." (The History of Anti-Semitism, Leon Poliakov, sf. 198)
Giovanni Paolo, "St. Pelet Kilisesi", 1974.
Reform hareketlerinin ve Protestanlığın ilk olarak Yahudiler tarafından desteklenerek benimsenmesi, bu yeniliğin Yahudilere ne derece olumlu hizmetlerde bulunacağının bir göstergesidir.
"Luther'in Roma Katolikliğine getirdiği yıkıcı darbe ilk olarak Yahudiler tarafından benimsendi." (Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf. 584)
"Özellikle Sefardi diasporasından olan Joseph ha-Kohen gibi bazı Yahudi bilim adamlarının Reform'a karşı oldukça büyük sempatileri vardı." (Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf. 584)
Martin Luther, reform hareketleri başlamadan önce Yahudilikle, Tevrat ve İbranice'yle ilgileniyordu. Bu ilgisini ilk olarak "Jesus Christ Was Born A Jew" (İsa Mesih bir Yahudi Olarak Doğdu) adlı kitabında gösterdi. Luther'in Yahudilerle ilgili olarak söyledikleri onun bu ilgisini açıkça gösteriyor:
"Yahudiler bizim Tanrımızın akrabaları, kuzenleri ve kardeşleridir. Katoliklere sesleniyorum; bana kafir demekten yorulduklarında Yahudi desinler." (History of Anti-Semitism, Leon Poliakov, sf.221)
Yahudiler de Martin Luther'in Yahudi hedeflerine hizmet eden bir "Gizli-Yahudi" olduğunu belirtmekte hiçbir sakınca görmüyorlardı.
"Kabalist Abraham B. Eliezer ha-Levi, Luther'in Hıristiyanları yavaş yavaş eğitmeye çalışan bir 'Gizli Yahudi' olduğunu söyledi." (Encyclopedia Judaica, cilt 14, sf. 21)
Sadece Yahudiler değil, Kilise ve halk da Martin Luther ve taraftarlarının "yarı Yahudi veya gizli Yahudi" olduklarını düşünüyorlardı:
"Martin Luther kilise tarafından 'Yarı Yahudi' olarak adlandırıldı... Abraham Farissol gibi bazı Yahudiler, Luther'i 'gizli bir Yahudi', dini gerçeği ve adaleti ayakta tutan bir yenilikçi olarak tanımlarken, anti-putperest yenilikleri Yahudiliğe dönüş olarak belirttiler." (Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf. 585)
"XV. ve XVI. yüzyıldaki Hıristiyan Reformcuların en büyükleri İbrani dilini ve bir derecede Yahudi edebiyatını biliyorlardı. Hepsi Tevrat'a yönelmişlerdi. Bunların arasında John Huss, Zwingli, Michael Servetus, Calvin ve Luther vardı. Hepsi karşıtları tarafından 'tam' veya 'yarı Yahudi' olarak adlandırıldılar." (The Universal Jewish Encyclopedia, Christianity, sf.185)
Luther'in yol göstericisi ve eğitmeni olarak kabul ettiği Reuchlin ise Yahudiliğe, Kabala'ya ve İbraniceye olan ilgisi ile tanınan ve Kabala'dan yola çıkarak Hıristiyan Kabalası'nı hazırlayan bir Kabalistti.

Reform hareketlerinin öncüsü ve Yahudilerin "Gizli Yahudi" olarak nitelendirdikleri Martin Luther.
"Martin Luther daha sonraki zamanlarda dahi Reuchlin'i yol göstericisi ve öğretmeni olarak tanımladı." (Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf.584)
"Katolik rahipler Talmud'un anti-Hıristiyan olduğuna inanırlarken, John Reuchlin adındaki Alman profesör Talmud'un anti-Hıristiyan olmadığını öne sürdü. Bunun üzerine birçok Hıristiyan aydını İbraniceye ve Tevrat'a yöneldi. Başka olayların da etkisiyle birçok Hıristiyan Martin Luther'in önderliğinde Katolik Kilisesi'nden ayrıldılar." (A Zionist Primer, edited by Sundel Doniger, sf.17)
Kilisenin etkisini zayıflatarak hareket kabiliyetlerini artırmak isteyen Yahudiler, Protestanlığı bu hedeflerinde kullandılar, öyle ki Protestanlık uygulama yönünden Hıristiyanlıktan çok, Yahudiliğe yakın bir din haline geldi.
"Bu din Yahudi dinine Katoliklikten daha yakın, çünkü onlar İncil'i takip ediyorlar, sadece İsa ve Paul'un öğretilerini veya Yeni Ahit'i değil, Yahudilerin Tevrat'ını da takip ediyorlar" (A Zionist Primer, edited by Sundel Doniger, sf.17)
Bu şekilde 1788 yılında Protestanlık mezhebini yasallaştırmak için kurulan komisyon bir süre sonra Yahudiler için de aynı görevi üstlendi.
"1788'de Protestanlık için yurttaşlık hakları ayarlayan komisyonun başında bulunan Malasherbes, Yahudiler içinde aynı görevle XIV. Louis tarafından görevlendirildi." (Encyclopedia Judaica, France, cilt 7, sf. 82)
Yahudiler, Protestanlığın yaygın olarak kabul edildiği ülkelere özel bir ilgiyle yaklaşırken, bu ülkelerin de Yahudilere olan ilgisi aynı şekildeydi:
"İspanya ve Portekiz'deki Marrano'lar (Yahudi dönmeleri) kendileri için yeni bir ümit gördüler. Birçoğu artık Protestan olan Hollanda'ya yerleşmenin yollarını arıyorlardı." (Pictorial History of Jewish People, Nathan Ausubel, sf.111)
Protestanlıkla beraber faiz uygulaması ve bunun devamı olan kapitalist sistem de kabul görmüş oluyordu. Max Weber "Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu" adlı kitabında Protestanlığın kapitalizme olan etkilerini açıkça ifade ediyordu. Encyclopedia Britannica'da kapitalizmin doğuşunda ve faizin yaygınlaşmasında Protestanlığın etkisi şöyle anlatılıyor:
"Ortaçağ'daki Katolik Kilisesi, kapitalist ideolojiye ve bu ideolojinin gelişmesine engel teşkil ediyordu. Tefecilik sadece Hıristiyan olmayanlara mahsustu. Kilise ve o dönemin otoritelerine göre faiz kanunlara aykırıydı... XVI. ve XVII. yüzyıllarda Protestan reform hareketi Kuzey Avrupa'ya kapitalizmin yayılmasıyla sonuçlandı. Bu özellikle Hollanda ve İngiltere'de gerçekleşti. Bu yeni din ve ekonomik gelişme arasındaki kronolojik ve coğrafi bağlantı, Protestanlığın modern kapitalizmin yayılmasına neden olduğunu gösterir. Doktrinlerdeki değişikliklerle kapitalistlerin yaptıkları yanlış olmaktan çıkarılmış ve hatta bunların yaşam biçimlerine bir onay verilmiş oldu. Ticaret ve endüstri genişledikçe Protestanlar daha zengin olmak için malın biriktirilmesini kural olarak getirdiler." (Encyclopedia Britannica, cilt 4, sf. 840)
Faizin Hıristiyanlık tarafından yasaklanmadığını söyleyerek Yahudi kapitalistlere büyük bir hizmette bulunan diğer bir reform hareketi öncüsü Fransız Calvin'di.
Martin Luther, Kutsal Kitabı tercüme ederken.
"De Usuris" (Faiz) adlı kitabında Calvin, İncil'in Luka bölümünde 6/35'teki cümle üzerinde şu yorumda bulundu; 'Faizi kötüleyen hiçbir yazılı dini kanıt bulunmamaktadır'." (Encyclopedia Judaica, cilt 5, sf.66)
Protestanlığın bir devamı olarak oluşan Püritenlik de yine Tevrat'a dayanarak ortaya çıktı. Bir kaynakta bu konuya şöyle dikkat çekilir:
"Tevrat'ın Püritenizm ve daha sonraki Anglo-Amerikan mezheplerindeki etkileri oldukça büyüktür." (The Universal Jewish Encyclopedia, Christianity, sf.185)
Politik olayları perde arkasından yöneten bazı Yahudiler, İngiltere'de krallığı yıkarak "Yahudi dostu" tanımlamasına uygun Cromwell'i başa geçirmek için bu sefer de Püritenleri kullandılar. Bu arada yeni hükümetin finansörleri Yahudilerdi.
"Püriten burjuvazisi krallığı yıkarak 1649'da Cromwell'i başa getirdi. Bu arada Londra'da bulunan bir Marrano (Yahudi Dönmesi) kolonisi hükümet için finansal ve politik hizmette bulunuyordu." (The History of Anti-Semitism, Leon Poliakov, sf.205)
"Devrim ve Püriten doktrininin İngilizler arasında yayılmasıyla, Yahudilere karşı bakışta olumlu değişmeler oldu. Buna bağlı olarak Tevrat'a verilen önem de arttı." (Encyclopedia Judaica, England, cilt 6, sf.752)
Yahudilerin 1290'da İngiltere sınırlarından çıkarılmalarından sonra tekrar bu ülkeye geri dönmelerinde önemli rolü olan Menasseh Ben Israel, en büyük desteği Cromwell ve Püritenlerden aldı.
"Bu arada Menasseh Ben Israel Londra'da görülmeye başladı. Püritenleri, Yahudileri İngiltere'ye geri getirmeleri için ikna etti." (Pictorial History of Jewish People, Nathan Ausubel, sf.118)
Yahudilerle Protestanlar arasında kurulan yakın ilişki XX. yüzyılda da Siyonistlerle kimi Protestan gruplar arasında aynı sadakatle devam etmektedir.
"Yahudiler ve Protestanlar arasındaki bağlantı politikada da önemli bir yer teşkil eder. İsrail'de yaptığı bir konuşmada (Protestan Kilisesi üyesi olan) Jerry Falwell şöyle diyor: 'Anti-İsrail fikrine sahip hiçbir adayın senatör olamayacağı günler yakındır'." (They Dare To Speak Out, Paul Findley, sf.244)
"Protestanlar da İsrail'i ve Yahudileri desteklemeye başlıyorlar, çünkü Tanrı'nın seçtiği insanlar olduklarına inanıyorlar. Ayrıca Kutsal Toprakların İsrail'in elinde bulunması İsa'nın tekrar geleceğinin bir kanıtı. Begin şöyle diyor: 'Falwell 20 milyon Amerikalı Hıristiyanı temsil eden adam." (They Dare To Speak Out, Paul Findley, sf.181)

Siyonistlerin Osmanlı Topraklarında Düzenlediği Provokasyon: Arap Ulusçuluğu


Osmanlı İmparatorluğu, Filistin sorununun öncesine kadar kendi sınırları içinde müslüman halkın birliğini sağlamış bir devlet yapısı sergiliyordu. Türk, Arap, Kürt gibi değişik kökenlere mensup insanlar, aralarında bir sorun çıkmadan asırlar boyu İmparatorluk çatısı altında yaşamışlardı.
Siyonistlerin Filistin'e göz koymalarının ardından sistemli bir şekilde ayrılıkçılık hareketlerinin kışkırtıldığı bir dönem başladı. Bu politikanın mimar kadrosu, mason ve Siyonistlerden oluşuyordu. Siyonist yazar ve siyasetçilerin sürekli olarak ırkçılık duygularını körüklemesiyle Araplar haklarının yeterince korunmadığına inandırılarak, Osmanlı'ya karşı ayaklanmaları sağlandı. Yakup Dav ve benzeri Siyonist oryantalist düşünürler, ırkçı Arap milliyetçiliğinin İslam'a ters düşmediği gibi mesnetsiz iddialar ortaya atarak, fikirlerini ispatlamaya çalıştılar.
Siyonistlerin, ırkçılığı ve ırkçıları desteklemesinin altında yatan asıl nedenin, Arapları ve Türkleri birbirlerine karşı kışkırtarak Filistin'deki Osmanlı engelini ortadan kaldırmak olduğu gayet açıktı.
Fransız ve İngilizlerin I. Dünya Savaşı sırasında, Arapları Osmanlılara karşı kışkırtarak savaştırmasıyla, Siyonistler bir aşama daha ilerlemiş oldular. Basit vaatlerle satın alınan bazı Arap liderlerin halkları ise mandater güçlerin uydusu olmaktan kurtulamadılar.


Dönemin Süper Gücünden Siyonizme Destek:Balfour Deklarasyonu
Dünya Siyonist Örgütü'nün lideri olan Chaim Weizmann, İngiltere daha Filistin'e yerleşmeden önce şu önemli açıklamayı yapmıştı:
"Rahatça söyleyebiliriz ki, eğer Filistin İngiltere'nin nüfuz alanına girer de, İngiltere de orada kendisine bağlı bir Yahudi toplumunun oluşmasına olanak sağlarsa, yirmi ya da otuz yıl içinde oraya bir milyon belki daha fazla Yahudi toplarız." (Trial and Error: The Autobiography of Chaim Weizmann, Chaim Weizmann, sf.49)

Siyonist lider Chaim Weizmann ve İngiltere Başbakanı Lloyd George, Yahudi Devleti'nin kurulabilmesi için sık sık biraraya geliyorlardı (Sağda) Yahudi halkı için bir yurt hazırlamayı vaat eden, İngiliz Dış İşleri Bakanı Balfour (Solda)
İngilizler, Arapları bir devlet altında toplayacaklarına inandırarak, Osmanlı'ya karşı ayaklanmaya ikna ettikleri dönemde, aynı bölgede Yahudilere bir yurt vermeyi vadeden Balfour Deklarasyonu'nu yayınladılar.
Balfour Deklarasyonu'nun hazırlanmasında başrolü oynayan Siyonist lider Chaim Weizmann, İngiltere Deniz Kuvvetleri Bakanı Winston Churchill, Dış İşleri Bakanı Arthur Balfour ve Başbakan David Lloyd George gibi politikacıların yakın dostuydu.
Weizmann ve diğer Siyonist liderler, Filistin'de Yahudiler için bir bölge ayrılması yerine, bütün Filistin'in Yahudi Devleti olması için İngiltere Hükümeti'ne bir uyarı mektubu gönderdiler. İngiliz kabinesinde yoğun tartışmalara neden olan bu muhtıradan sonra ortak bir karara varıldı. İngiliz Dış İşleri Bakanı Balfour, 2 Kasım 1917'de İngiltere Siyonist Dernekleri Başkanı Lord Rothschild'e, daha sonra Balfour Deklarasyonu adını alacak bir mektup yazdı:
"Majestelerinin hükümeti, Filistin'de Yahudi halkı için bir milli yurt oluşturulmasını uygun karşılamaktadır ve bunun gerçekleşmesi için her türlü çabayı harcayacaktır." (Documents and Readings in the History of Europe Since 1918, Walter C. Langsam, sf.377)
Bu kararla, Arapların İngilizlere olan bağlılığının sarsılma ihtimali belirdi. Fakat, izlenen yeni bir politikayla bu sorun halledildi. İngiltere ve müttefikleri, Arapları büyük bir devlet altında birleştireceklerine inandırdılar. Öte yandan, 1919'da yapılan resmi bildirimde, Filistin'e göçü destekledikleri de belirtilerek şöyle dendi:

Siyonistlere verdiği büyük destek ile tanınan Lord Balfour, İsrail'de ilk kurulan üniversitelerden biri olan Hebrew Üniversitesi'nin açılışına da katılmıştı.
"Siyonizm hareketinin liderleri, Siyonizmin başarısını, Araplarla dostluk ve iş birliği yaparak sağlamaya kararlıdırlar ve böyle bir teklif de kenara atılacak bir teklif değildir." (The Arab-Israeli Conflict, John Morton Moore, cilt 3, sf.34)
Bu vaat ile ikna edilen Arap liderleri ile Siyonistler arasında bir iş birliği kuruldu.
"İngiltere'nin arzu ettiği Arap-Yahudi iş birliği, Hicaz Arap Devleti adına Emir Faysal ile Dünya Siyonist Örgütü lideri Chaim Weizmann arasında, 30 Ocak 1919'da Londra'da imzalanan bir anlaşma ile gerçekleşti." (The Arab-Israeli Conflict, John Morton Moore, cilt 3, sf.34)
Bu anlaşmada, Arap Devleti ile Filistin arasındaki sınırın tespit edileceği söylenerek, Filistin'in tamamen Yahudi toprağı olduğu belirtilmiş ve Filistin adına muhatap olarak da Chaim Weizmann kabul edilmişti. İngilizlerle iş birliği içinde olan Emir Faysal, Siyonistlerle de çok yakın ilişkiler kurmuştu. Emir Faysal bu yakınlığını ABD'nin Paris Konferansı'ndaki temsilcisi ve Dünya Siyonist Örgütü'nün önde gelen üyelerinden Felix Frankfurter'e 3 Mart 1919'da yazdığı mektupta şöyle dile getiriyordu:
"...Yahudi hareketi milli bir harekettir ve emperyalist değildir. Bizim hareketimiz de millidir ve emperyalist değildir. Suriye'de her ikimize de yer vardır. İki hareketten hiçbiri, diğeri olmadan gerçek bir başarıya ulaşamaz." (The Arab-Israeli Conflict, John Morton Moore, sf.43)
Bu dostluğun aldatmacadan başka bir şey olmadığı, hemen bir yıl sonra başlayan ve günümüze kadar süren, boyutları katliamlara kadar varan çatışmalarla ortaya çıktı. İngiltere, Filistin'e teşvik ettiği Yahudi göçüyle bu bölgeyi vaat etmiş olduğu büyük Arap devletlerinden ayırmış oluyordu. İleri aşamada ise aralarında hiçbir dil, din ve ırk farkı olmayan Arapları, parçaladığı Ortadoğu'da yapay sınırlar arasında dağıttı. Bu şekilde Siyonist çıkarlarını koruyan İngiltere, Arap bağımsızlığını engellediği gibi, Müslümanların yaşadığı Filistin topraklarını da İsrail yayılmacılığına hazır hale getirmiş oldu.

Siyonizmin Filistin'deki İlk Adımı: İngiliz Mandası



İngiltere ve ABD, Osmanlı Devleti'nin çökmeye başladığı yıllarda İsrail Devleti'nin kurulması yolundaki çalışmalarını hızlandırdılar. Yahudilerin Filistin'e yerleşmeleri işini İngiltere üstlendi:
"Filistin'i elinde bulunduran İngiltere, çeşitli siyasal düşüncelerle bağımsız bir Yahudi Devleti'nin kurulmasını üstüne aldı." (Meydan Larousse, cilt 4, sf.670)
Filistin'e yerleşen İngiltere'nin ilk işi, buraya yapılan Yahudi göçünün devamını sağlamak oldu.
"Filistin'deki İngiliz yönetimi, 1920 ile 1936 arasında Filistin'e 290 bin Yahudinin göçüne resmen müsaade etmiştir." (Survey International Affairs 1936, sf.706)
I. Dünya Savaşı'nın sonucunda 60-80 bin kadar olan Yahudi nüfusu, 1929'da 170.000'e çıkmıştı ki, bu, toplam nüfusun %17'si demekti. Halbuki 1923'te Yahudiler tüm nüfusun %11'ini oluşturuyorlardı. Daha sonraları da İngiliz yönetiminin sağladığı kolaylıklarla, göç hızlanarak devam etti.
"1936'da Yahudi nüfusunun miktarı 400 bine çıkarak nüfusun %31'ini oluşturacaktır." (Palestine and the Arap-Israeli Conflict, cilt 1, Michael J. Cohen, sf. 289)
İngiltere'nin desteği bu kadarla da kalmamış, manda yönetimi sırasında kurulan Siyonist terör örgütlerindeki militanların eğitimini de üstlenmişti.
"Haganah'a karşı İngiliz manda yönetimi daima büyük hoşgörü göstermiştir. Hatta Filistin'deki İngiliz subayları, Haganah askerlerinin eğitiminde görev almışlardır. Bu subayların en ünlüsü ise, ateşli bir Siyonist olan Yüzbaşı Orde Wingate'dir." (The Course of Modern Jewish History, Howard Sachar, sf.389)
İngiliz ordusunun, Siyonistlerin silahlı eğitimine esas ağırlık verdiği dönem II. Dünya Savaşı yılları oldu. İngilizler, bölgenin hiçbir dış tehlikeye maruz kalmadığı bir dönemde, savaşı bahane ederek Siyonist militanları orduya aldı ve bunlar için özel gruplar kurarak eğitim verdi.
"İngiliz ordusunda dağınık bir şekilde hizmet eden 30 bin kadar Filistin Yahudisinin ayrı bir tugay haline getirilmesi, 1944 Eylülü'nde olmuştur." (Keesing's Contemporaray Archives, 1943-1946, sf. 6750)
Böylece Siyonistler, savaş tecrübesi kazanmış ve kurulacak İsrail Devleti için kaçınılmaz gözüken Arap-İsrail Savaşı'na hazırlanmıştı.
Manda yönetimi, eğittiği Siyonist militanların silah temin etmesi için de çeşitli kolaylıklar sağlamıştı.

Filistin'de, İngiliz mandası döneminde buraya yapılan Yahudi göçü için kolaylıklar sağlanmış ve Yahudi yerleşim bölgelerinde büyüme gözlenmiştir.Filistin'de bir Yahudi Devleti oluşturmak için hazırlanan İngiliz mandası, aynı zamanda Siyonist terör örgütü Haganah militanlarını da eğitiyordu.
"Yahudiler Amerika'dan makineli tüfek ve havan topu gibi silahların üretimi için aldıkları torna ve makine parçalarını sandıklara yerleştirip İngiliz gümrüklerine getirdiler. Sandıklar İngiliz gümrüğünden güçlük çekmeksizin geçti." (O Jerusalem, Dominique La pierre-Larry Collins, sf. 96)
Ancak Siyonist terör örgütleri sonunda İngiltere'yi de vurdu. 1940'ların ikinci yarısından itibaren Siyonist teröristler İngiliz hedeflerine saldırmaya başladılar. İngiltere bu karmaşayı daha fazla üstlenemedi ve Filistin'den çekildi.



Üç Büyükler İsrail İçin Birarada
"Bu silah ve cephane hırsızlığında İngiliz askerleri de Siyonistlere yardımcı olmuşlardır." (The Middle East in the War, George Kirk, sf.229)
II. Dünya Savaşı sonunda (4-11 Şubat 1945) üç galip ülkenin liderleri Yalta'da biraraya geldiler. Toplantının gündem maddelerinden birisi de İsrail'in kurulmasıydı.
"Kırım'daki küçük Yalta şehrinde, üç büyükler savaş sonrasının dünya haritasını çizdiler. Burada Franklin Roosevelt, Winston Churchill, Joseph Stalin arasında geçen ve konusu da Filistin'den başka hiçbir şey olmayan özel bir konuşmanın ayrıntıları anlatılıyordu. Konuşma sırasında Stalin, çok sinirli bir havayla Churchill'e dönerek, Filistin Araplarıyla Yahudi sorununun tek çözüm yolu olduğunu söyler: Stalin'in öngördüğü çözüm yolu bir Yahudi Devleti'nin kurulmasıydı." (O Jerusalem, Dominique Lapierre-Larry Collins, sf.68-69)
Yahudi lobileri ve localar sayesinde dünyanın bütün önemli güçlerini İsrail Devleti'nin kurulması için kullanan Siyonistler, gerçekten de İsrail'i Herzl'in I. Siyonist Kongre'de söylediği gibi 50 yıl içinde kurdular. Sayısız entrikanın sonucunda kurulan bu devlet, Ortadoğu'ya beraberinde yeni entrikalar, kan ve ölüm getirdi...



İsrail Devleti İçin Amerikan Desteği
Arap toprakları üzerinde bir Yahudi Devleti kurabilmek için, Filistin'deki Siyonist terör örgütü Haganah'ın Başkanı Yigael Yadin önderliğindeki Siyonistler bir plan yaptılar. "Dalet" ya da "D Planı" diye bilinen bu plan, İngiltere'nin Filistin'den çekilmesi sırasında doğacak otorite boşluğundan, bir terör hareketi ile faydalanmayı amaçlıyordu.
"Haganah'ın stratejisi bu plana göre düzenlenmişti. İngiliz birliklerinin ayrılmasından sonra, kısa sürecek bir boşluk döneminin olacağı hesaba katılıyor, bu dönemde tüm Siyonist grupların düzenli bir harekete kadar silahlanması isteniyordu. Ama bu ilk hedefin gerçekleşmesi, Haganah'ın ABD'den o zamana kadar gerekli insan ve araç-gereci yollamasıyla mümkündü." (O Jerusalem, Dominique Lapierre-Larry Collins, sf. 87)
Elizer Kaplan, terör örgütü Haganah'a Avrupa ve Amerika'dan gelen yardımları yönlendirmekle görevliydi.
Bu noktada Siyonistlerin kuracakları devlete hem maddi, hem de siyasi destek sağlayacak büyük bir güce ihtiyaçları vardı.
"3 milyondan fazla Yahudinin yaşadığı Amerika, Dünya Siyonist Teşkilatı'nın en güçlü merkezlerinden biriydi" (Foreign Relations of the United States, 1939, cilt 1-5, sf.694)
Dünya üzerindeki en etkili güç olan ABD, Siyonist hedefler için en uygun ülkeydi. İhtiyaç duydukları finansmanı karşılamak üzere Yahudiler, ABD yönetiminde etkili olan bazı isimleri kendi saflarına çekerek, kaynak olarak ABD'yi kullanmayı başardılar. Daha sonra İsrail Başbakanlığı yapacak olan Golda Meir gerekli finansmanı sağlamakla görevlendirildi.
"Golda Meir Chicago'ya geldiğinde, sağlayacağı 25-30 milyon dolarla Filistinli Yahudileri ağır silahlarla donatmayı umuyordu. Roosevelt'in Maliye Bakanı Henry Morgenthau ve bir grup iş adamı Golda Meir'la şehirden şehire dolaşmaya koyuldu. Bu turda toplanan 50 milyon dolar, Yahudi ajansı muhasebecisi Elizer Kaplan'ın sağlamayı umduğunun on katıydı. Bu miktar Ortadoğu'nun en büyük petrol üreticisi Suudi Arabistan'ın, 1947 yılında bu yoldan sağladığı toplam parayı da aşıyordu." (O Jerusalem, Dominique Lapierre-Larry Collins, sf. 202-203 )
Amerika Birleşik Devletleri'nin Maliye Bakanı Yahudi asıllı Morgenthau'un para toplama işini organize etmesiyle, ABD yönetimi içindeki bazı kesimler de giderek Yahudi davasının en büyük yardımcısı durumuna geldiler.
"Morgentheau, Amerikan Hazinesi'nin başında iken B'nai Brith ve Yahudi Refah Dairesi gibi Yahudi organizasyonlarında çalıştı. 1947-50 arası Birleşmiş Yahudi Müracaatı Genel Başkanlığı, 1950-53'te de Fahri Başkanlığını yaptı. Daha önce örneği görülmemiş büyük bağışların yeni kurulan İsrail Devleti'ne yardım için kullanılmasını sağladı." (Encylopedia Judaica, cilt 2, sf.321)
"Siyonist" sanayici Rudolph Sonenborn tarafından yönetilen "Materials for Palestine" (Filistin için Maddi Yardım) isimli kuruluş, İsrail için ayrılan paraları topluyordu. Bu paralarla ABD ve Avrupa'da satın alınan silah ve askeri mühimmat gemilere yüklenerek Filistin'e, Siyonist terör örgütleri Haganah ve Irgun militanlarının kullanması için gönderildi.
İsrail'e silah alması için mail yardım yapan ABD Maliye Bakanı Henry Morgenthau, ilk İsrail Devlet Başkanı Chaim Weizmann ile birlikte.
Siyonistlerin ABD'den sağladıkları askeri yardımların çoğu karşılıksız olmasına rağmen, İsrail'in borçlanarak aldığı yardım da küçük sayılmazdı. Böylesine büyük bir borca karşılık İsrail'in yeni yardımlara ihtiyacı olması, zayıf durumdaki Yahudi Devleti'nin geleceğini tehlikeye sokuyordu. İşte bu sırada Amerikalı General George Marshall, Amerika'nın müttefiki olan Avrupa devletleri için yardımı amaçlayan bir plan hazırladı. Marshall Planı, 2 Nisan 1948'de Başkan Truman tarafından imzalanan bir kanunla kabul edildi. Bu plan 1 Nisan 1948'den, 30 Haziran 1952'ye kadar olan dört yıl için öngörülmüştü. Avrupa'yı hedef alan Marshall yardımı, aynı zamanda İsrail'in borçlarının silinmesi ve bundan sonraki ihtiyaçlarının karşılanabilmesini de öngörüyordu.
İsrail'in kurulması ve devletler arası hukuka göre tanınması için son bir adımın daha atılması gerekiyordu. Bunu da, Birleşmiş Milletler bünyesinde özel bir Filistin Komitesi kurulması talebiyle İngiltere başlattı. İngiltere'nin isteğiyle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 28 Nisan'da toplandı ve 19 Mayıs'ta da, "Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi" (UNSCOP)'nin kurulmasına, bu komitenin 11 üyeden oluşmasına ve komitenin raporunu en geç 1 Eylül'de vermesine karar verildi. Komite'ye, Avustralya, Kanada, Çekoslavakya, Guatemala, Peru, İsveç, Uruguay, Hindistan ve İran seçildi. Komite'nin öngördüğü rapor, Siyonistlerin planları doğrultusunda, Filistin'in bölünmesini ve bir Yahudi Devleti'nin kurulmasını içeriyordu. Raporun çizdiği sınırlara göre, Arap Devleti'nin yüz ölçümü 4476 milkare olup Filistin topraklarının %42.88'ini, Yahudi Devleti'nin yüzölçümü ise 5893 milkare olup Filistin topraklarının %56.47'sini oluşturuyordu.
Diğer yandan Harry Solomon Truman, ABD Başkanı olarak bütün yetkilerini Filistin'de bir Yahudi Devleti'nin kurulması için kullanmaktan çekinmiyordu.
"Siyonistler, 1948'in Mart Ayı'nda Chaim Weizmann'la Truman arasında gizli bir görüşme ayarladılar. Weizmann bu görüşmeden sonra Truman'ın desteğini kazandı. Aynı yıl Mayıs ayında Weizmann Beyaz Saray'a bir mektup yazarak Filistin'de bağımsız bir Yahudi Devleti kurmaları durumunda ABD'nin tanıyıp tanımayacağını sordu ve Truman onu destekleyeceğini belirtti." (The Lobby, Edward Tiwnan, sf.27)

Yeni Yahudi Devleti'ne karşılıksız ekonomik destek sağlayacak planın sahibi general Marshall, dönemin Yahudi ABD Başkanı Truman ile.
İngiltere'nin bölgeyi terk etmesiyle Amerikan yönetimi, Arapların Filistin'i işgal etmesi ve Yahudi Devleti'nin tehlikeye düşmesi olasılığına karşın tedbirler alma ihtiyacı duydu. Böyle bir durumda tek yol ABD'nin en kısa zamanda Filistin'e müdahalede bulunmasıydı. Başkan Truman, Amerikan Anayasasında kongreye dahi başvurmadan asker gönderme yollarını incelemek için, hukuk işleri danışmanı Ernest Gross'u gizlice görevlendirdi. Ancak, Filistin Yahudilerine yapılan uluslararası yardım o kadar büyük oldu ki, ABD'nin müdahalede bulunmasına dahi gerek kalmamıştı:
"Filistin paylaşımının gerçekleştirilmesi için en büyük çabayı gösteren Birleşik Amerika'ydı. Beyaz Saray, Filistin'in paylaşılmasına karşı çıkan ya da sadece kararsız kalan ülkeler üzerinde her türlü baskıya başvurdu. Başkan Truman, BM'deki temsilcisi Büyükelçi Hershel Johnson'u 'Bir başarısızlığın sonuçlarına şahsen katlanmak istemiyorsa Filistin'in paylaşılması yönünde Birleşmiş Milletler'den karar çıkarması gerektiğini' söyleyerek uyardı. Aynı şekilde, Başkan'ın danışmanı olan Yahudi işadamı Bernard Baruch, Fransa'nın BM'deki temsilci Alexendre Paradi'yi, ülkesinin paylaştırmaya karşı çıkması halinde Amerikan yardımının kesilmesinin muhtemel olduğunu söyleyerek tehdit etmekten çekinmemişti. Ancak, İsrail'in kurulmasını sağlayacak kadar oy sağlanmamıştı. Oturumun başkanı Brezilya delegesi Oswaldo Aranha Filistin'in paylaşılmasını büyük bir içtenlikle destekliyordu. Takvimdeki büyük bir rastlantı sonucu (!) BM'deki oylama sırasında 'şükran gününün tatil olduğunu' söyleyerek oylamayı erteledi. Bu da Siyonistlere 48 saatten fazla zaman kazandırdı. Bu hayati süre boyunca paylaştırmaya karşı olan ülkeler Liberya, Haiti ve Filipinler, inanılmaz bir baskı ve hatta tehdit dalgasıyla karşılaşacaklardı." (O Jerusalem, Dominique Lapierre-Larry Collins, sf.29)



Filistin'de Son Perde: Birleşmiş Milletler,
Yahudi Devleti'nin Kurulmasını Kabul Ediyor
Birleşmiş Milletler'deki bu tehdit ve baskı kampanyası, Siyonistlerin hedefe ulaşmasında çok önemli bir rol oynadı.
"BM Genel Kurulu'nun 29 Kasım 1947 günü saat 17:35'te yapılan oylamasında, çoğunluk planı, genel kurulun 181 (II) A sayılı kararı alarak, 13 red, 10 çekimser oya karşılık 33 oyla kabul edildi." (The Course of Modern Jewish History, sf.275)
Güvenlik Konseyi'nde taksim planını görüşen 11 üyeli komiteden sadece ikisinin red oyu kullanması, bu komitenin daha başlangıçta ne amaçla kurulduğunu gösteriyordu. İsrail'in kurulmasında ABD'nin açık desteğinin yanında, fanatik bir Yahudi aleyhtarı olan Stalin'in gizli desteği de büyük rol oynadı. Yalta Konferansı'nda bir Yahudi Devleti'nin ateşli savunucusu olan Stalin, taksim planını ABD ile birlikte destekledi. Bu, diğer ülkeleri de etkilemişti.
"Amerika ile Sovyetler'in ortak hareketleri, etkileri altındaki pek çok ülkenin de aynı şekilde oy kullanmasına neden oldu." (The Course Modern Jewish History, sf.275)
Ben Gurion İsrail Devleti'nin kuruluşunu ilan ediyor.
14 Mayıs günü, Filistin'deki İngiliz manda yönetiminin sona ermesinden birkaç saat önce, Tel-Aviv'de toplanan Yahudi Milli Konseyi (Vaad Levmi) yayınladığı deklarasyonda İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan etti. Bağımsızlığın ilanı ile birlikte David Ben Gurion Başkanlığında 13 üyeli bir kabine kuruldu. Ben Gurion Savunma Bakanlığını da üzerine almıştı. Moshe Şertok ise Dış İşleri Bakanı'ydı. Yahudiler bağımsızlık ilan edeceklerini, dönemin Yahudi Başkanı Truman'a daha önce bildirmişlerdi. Ve tabii ki ABD, İsrail'i tanımakta hiç vakit kaybetmedi.
"İsrail Devleti'nin bağımsızlık ilanından tam onbir dakika sonra, Başkan Truman İsrail'i tanıdığını açıklıyordu." (Foreign Relations of the United States 1948, cilt 5, sf.992)
İsrail Devleti, diğer ülkeler tarafından da kısa süre içinde tanındı. Ancak daha önce de vurguladığımız gibi, kurulan devletin sınırları Siyonistler için pek de tatmin edici değildi. Ben Gurion bu konudaki memnuniyetsizliğini şu şekilde dile getiriyordu:
"Statüko'yu korumak bahis konusu değildir. Biz genişlemeye yönelik dinamik bir devlet kurmak zorundayız." (Rebirth and Destiny of Israel, Ben Gurion, sf.419)